İnsan, hayata insan olarak gelmez. Beşer olarak gelir ve yaşadığı süre içerisinde kat ettiği yol onu insan olmaya namzet hale getirir. İnsan eder demiyorum, insanlığa namzet yani insan olma nasibine aday hale getirir. Nedir insan olmak diye sual edilecek olsa bunun cevabı dünyadaki yaşayanlar kadar çoktur. Herkesin insanı, herkesten farklı şekilde biçimlendirilmiş.

Biz insan olmak şöyle dursun, beşer vazifesini biraz ifa edebilsek hayatımız boyunca hayli şey başarmış olacağız. Çünkü insan olmak başlı başına bir mesele ve biz bu meziyetle hemhal miyiz ondan emin değilim. Neydim, ne olacağız derdi eskiler, geldiği yeri çok iyi bilen fakat gideceği yeri kestiremeyen, o yerin güzel olması için mücadele ederdi onlar. Geleceğe, yani gayba dair bilgileri olmadığı için, geleceğin kötülüğünden, geleceğin sahibine sığınırdı eskiler. Kim onlar? Henüz çok eskide kalmamış fakat yeniye yani bize de varamamış olanlar. Menkıbelerde ki olmak istediğimiz zevat. Yani iyi insanlar, iyi, mümin, muhsin, kendinden emin, kötüyü asla anmayan ve her daim iyi olmayı düstur edinen insanlar.

Şimdi dönelim bize, neyiz ve ne olacağız? Anne-babamız, eşimiz dostumuz bize dua ederken "Allah seni iyi insanlarla karşılaştırsın" diye dua ederler. Duaya amin diyoruz demesine ama bizim de farklı insanların karşılaştığı iyiler olmamız gerekmez mi? Biz, kendinden emin olunmayan, bir emanete dahi ehil olmayan, çarşıda pazarda korkulan, şiddete meyyal, ölüme dost insanlar olur isek, bizimle karşılaşacak insanların anne babalarının dualarını nasıl kabul ettirmiş olacağız? Yani bize düşen, karşımıza iyi insanların çıkması mı yoksa bizim iyi insan olarak başkalarının karşısına çıkmak mı? İkinci seçeneğe gönlü kaymayan amin denilecek duanın sahibi olamaz. Çünkü biz her ne pahasına olursa olsun iyi olmak zorundayız. İyi, emin, sevgili ve insanlara afiyet verecek insan olmak zorundayız. Ne olduğumuzu idrak ettik diyelim, ne olacağımız konusunda mutlaka ama mutlaka tefekkür edecek, kötü diye bilinen insanların özelliğini almamak için sığınmamız gereken her ne var ise ona sığınacağız. Çünkü, yarından emin değiliz, ne olacağımız bir ânâ bağlı.

Biz her insanın iyi yönlerini alarak kendimize bir kimlik inşa etmeye çalışıyoruz. Ben de diyorum ki her insan bize iyilik göstererek bizi biz yapmaz. Kimi zaman, kimi insan bize ne ya da nasıl olmamamız gerekli onu öğütler. Ehli kibre bakarak kibirden, ehli müraiye bakarak riyadan uzak durabilir ve ne olmadığımız ya da olmayacağımızı da inşa edebiliriz. Önemli olan, ne olduğumuz kadar olmadığımızda. Çünkü biz, olmak isterken olmamaktan uzak durmaya çalışan beşerleriz.

Hz. Ali bu bahiste ya da benim anladığım kadarıyla insan, kendini bulmak için şu üç soruyu sormalı diyor. Nedir o; Min Eyne, Fi Eyne, İlâ Eyne. Nereden, nerede ve nereye. Öteki hayattan, ölüme ölümden de öteki hayata gideceğiz. Peki bu üç suale vereceğimiz cevap bizi hiç ürkütmüyor mu? Nereden geldiğimizi ve nerede olduğumuzu kavramamız için ögretiler, dinler, felsefeler var ancak nereye gideceğimizi bileceğimiz hiçbir şey yok. Onu biz bileceğiz. O sebeple Samiha Ayverdi bir yazısında " Sakın fena zannettiğin kişilerden nefret etme, sana düşen onlara benzememeye çalışmaktır." İşte bütün bunlar ne olacağımız konusunda bize bir rehber. Eskiler ne güzel demiş, neydik, kim bilir ne olacağız? Mesele daha uzun ve girift olmasın diye sözü yine anne babalarımızın duasını alarak bitirelim. Allah bizi iyi insanlarla karşılaştırsın. Biz de bu duayı edenlerin amini olmak için mücadele edelim. Yani karşılaşan değil, karşılayan biz olalım. Eyvallah...