Sigmund Freud, 1916-17 yıllarında Viyana'da verdiği konferanslarda, görüşme odasının girişine yeni bir kapı yaptırdığından, kapıyı çalmadan içeri girenlere yüzlerine bakmadan soğuk bir tavırla kapıyı kapatmalarını söylediğinden bahsediyor. Akabinde de bu kadar basit bir şeyi yapmaya bile tenezzül etmeyenlerin, böyle bir nezaketi hak etmediklerini söylüyor. Dışarıda dünya savaşı var, muhtemelen kendisi ve salondaki herkes bir taraftan can güvenliğinden endişe ediyor, kendisi bilim tarihinde bir devrim yapıyor aynı zamanda ve tabii bunun farkında, ancak bu devrimi oradakilere naklederken "nezaket"ten bahsediyor. Bana kalırsa bu, insanın yaşamı devam ettiği sürece, hayattan, hayatın detaylarından kopamadığının da açık bir kanıtı. Ama evet, nezaketten bahsedeceksek de, bu sembolik bir anekdot olsa bile, nezaket tam da bu kadar kıymetli bir şeydir...
Nezaketin bir dil olduğunu söylüyor ya Mark Twain, bu dili konuşmak, bu dile yeni kelimeler, yeni ifadeler katmak ne kadar rahatlatıcıysa, bu dile maruz kalmamak da bir o kadar sinir bozucu gelebiliyor insana.
Hayatımda nezaketimi en kaybettiğim, bu dile de en maruz kalmadığım donem askerliğimdi kesinlikle... Bunun sinir bozuculuğunu da daha önce hiçbir yerde tecrübe etmedim. Çok kötü şeyler yapmadım belki kaybettikçe, ama o "suratsız" halim, yeterince itici, yeterince kendimden bile rahatsız olmama uygundu. Elbette bu tesadüf değil. Yukarıdan gelen kararı doğrudan uygulamak üzerine, sorgulama ve itiraz etme kültürünü minimize ederek hatta mümkünse yok ederek buyruğa uymak üzerine kurulu bir alan askeriye. Eşitler arasında dahi nezaket gibi, hoşgörü gibi ilkeler pek anlamlı kalmıyor orada haliyle.
Nezaket denince birkaç kelime yakın dostları olarak birlikte geliyorlar zihnime genellikle. Örneğin empati, anlayış, tolerans... Bunlara yakından bakmak da nezaket dilini irdelemekte yardımcı olabilir belki bize.
Empati dediğimiz şey sanırım bir başkasının gözünden bakmak, onun dünyasına adım atmakla başlıyor. Başka dünyaları görmek de, bir bireyin dünyası olsun, bir kültürün dünyası olsun, oraları normalleştirmeyi, oldukları halleriyle kabullenmeyi illaki kolaylaştırıyor gözümüzde. Sağlıklı iletişimin, karşı tarafla tam olarak ne üzerinden, nasıl bir ilişki kurduğumuzu anlamanın biricik yolu olsa gerek bu. Hatta açılışı Freud ile yapmışken, ileri giderek, psikoterapinin, insanın kendisiyle empati yapması, kendini daha iyi tanıyarak, daha sağlıklı bir kendilik bilincinde hayatını idame ettirme çabası olduğunu bile iddia edebiliriz belki.
Yalnız nezaketin en kabına sığamayan dostu tolerans benim için. Bir insanı sevip sevmememizden bağımsız, yaptığı bir şey hoşumuza gitmediğinde, yanlış olduğunu düşündüğümüzde toleransı ne kadar ileriye götüreceğiz? Sınır konulacaksa nereye koyacağız? Hangi tolerans kendimize veya bir başkasına zarar verme kapısını açabilir bize? Bu kapı açılsa bile gösterilmeye devam edilmesi gereken toleranslardan söz edilebilir mi? Şahsen "mutlak görelilik" olgusuna sosyal bilimler nezdinde yanaşmak istemiyorum. Hayatta bazı şeyler gerçekten tolere edilemez, bazı şeyler gerçekten de kültüre hoşgörülü olmak adına kabul almamalıdır kanaatimce. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, örneğin 'başlık parası' denen şeyi "E işte kültür bu!" üzerinden meşru bulursak, sosyal bilim dediğimiz şey salt bir incelemeden öteye gidemez sanırım.
Bu yakın dostları nezaketin de sorguya çekilmesine neden oluyor olmasına, ancak nezaketin kendisi de her zaman için gerekli mi ya da işlevsel mi diye bakmaya kalkışsak nerelerde alacağız soluğu? Mesela saldırgan ya da buna meyyal bir üsluba nezaketle mi karşılık verilmeli, yoksa aynı dilde karşılık verilmese bile nezakete ara vererek ilişkiyi (anlık bir iletişim bile olsa) minimalde tutup, sıcaklık göstermeden geçiştirmek daha ideal olan mıdır? Açıkçası pratikte tercihim sonuncusu oluyor.
Tüm bunlarla birlikte, "Günaydın" demenin kendine has bir etkisi olduğu, bu etkinin bizi nezaket diline alıştırma konusunda, lisanına sırf kendi lisanı olduğundan dolayı aşık olanları ise konuşamasa dahi anlar hale getirmekte çok maharetli olduğu ayan benim için. Bağırış çağırıştan beslenen bir insan topluluğu lisanının değil, bu dilin tercümanlar yerine çeviri üreten yapay zekaların hızıyla tüm dünyada hakim olduğu günler dileğiyle...