Nilgün Marmara'dan. Dünyaya...


1. Beklemek


taşıl kaygısı kaotik özlem

neydi beklediğimiz ve gelecek olan

salt acı

sonsuz yeşil sonsuz gelişkin bir orman

içinde göllerini nehirlerini çağlayanlarını

gök kuşaklarını yitirdiğimiz kara sözcük

yokluğun dayattığı doğurgan sözcük: acı

bir deniz kızının uçma tutkusu

belleğin unutuş çılgınlıklarında

bilinmeyen organizmalar dönüştürürken

bedenlerimizi duygularımızı ben'imizi

çürüyorduk... kaçış yoktu... çıkış da...


yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri

yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği

ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz

umarsız öte benler=nesneler

ağlayın

ağlayın ve kanayın

yok olduğunuz irin zamanında



2. Kan Atlası


Emel'e

"Ben babamın yuvarladığı

çığın altında kaldım."


Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk

her gün her gece eğer adasında,

Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar

sarmış bedenini çığlıklarken bunu

su içinde...


Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında

uçar adımları.

Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu

İçinden karanlık, tekrar ve ilenç

sızdıran hayret taşında.

Soruyor hatırasında, "sırtımda ve

sırtında gezinen bu ürperti kim,

bir damla süt yerine bu ağu kim?"

ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara

-boy atmış da salgıları,

cücelmiş sezgileri-

bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...


Ey, yüzleri

bir babakuş gölgesine

çakılmış olanlar,

Üzgün adım, ileri marş!



3. Canım Sıkıntı Sınırı


Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine

bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.

Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri

alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.

Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım

yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe

zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının

yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.

Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler

yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden

satın alınmış bu teraziyi bir gün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana

dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.



4. Toz-dem


Kısacıktı

karşı yolculuklarımız kara

ve deniz üzerinde-


Şafağın bodrumuna inerken sen,

Hançerin ivmesiyle yükselirdim

dul pencerelere.


Azıcıktı

köpük boz

denizde ve karada

Koyu bir saatin içinden

çıkılamadı

bir an yine de!


Belki gülden

kalma bir iz yanağındaki,

Eski sabahın sarı gülünden

üzerine deli gözünü bıraktığın...


Öldüğünde,

çekmecemde duran bu göz,

incelikle çıkarılacak,

bir jiletin enginliğine,

Çözülecek gizi

O çarpık retinanın, ağ tabakanın...