ÖZET


Göstergebilimci, yazar ve eleştirmen kimliğiyle tanınan Umberto Eco, “Açık Yapıt” adlı eserinde sanat eserlerinin alıcıları tarafından nasıl yorumlanması gerektiğini ve açık metinle kapalı metnin farkını örnek okur kavramıyla beraber ortaya koymuştur.

Eco’nun kuramsallaştırdığı bu teoride metnin, okurun ve yazarın niyeti olmak üzere üç çeşit okuma biçiminden söz edilebilir.

Okur Merkezli Okuma biçiminde; okur, çeşitli tahminler ve yorumlar yaparak metni anlamlandırmaya çalışır ancak her okurun bilgisi ve bakış açısı farklı olduğundan aşırıyorum yapılabilir ve ortaya sağlıklı bir tahlil çıkmayabilir.

Yazar Merkezli Okuma biçiminde bir metnin ne anlattığını çözümlemek için metni icra eden sanatçının kendisine başvurulur. Elbette yazarın yorumu, okurun yorumundan daha sağlıklı olabilir ama metnin anlamı yazarın niyetini aşabilir ve yazar niyetini açıkça anlatmak istemeyebilir. Aynı zamanda metnin anlam dünyasını yazarla analoji kurarak özdeşleştirmek metni çoğul okumalara kapatır.

Metin merkezli okuma biçiminde ise önemli olan metnin niyetidir. Yazarın ne anlatmak istediği veya okurun göreceli yorumları önemsenmez. Metin merkezli okuma biçiminde metinde geçen tüm kelimelerin hem gerçek hem sembolik anlamları bir bütün içinde değerlendirilir ve metinde tespit edilen anahtar kelimeler üzerinden bir tahmine oradan da ana fikre ulaşılır. Bu bakış açısına göre edebi metinler, yazar ve okurdan bağımsız yapıdadır.

Çalışmamızda Umberto Eco’nun “Metin Merkezli Okuma” kuramı kullanılarak Nilgün Marmara’nın “Düşü ne Biliyorum” adlı metninin her dizesi ayrı ayrı çözümlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Nilgün Marmara, Metin Merkezli Okuma, Şiir, Metin Tahlili, Metafor

 

 

GİRİŞ


1980 kuşağı şairlerinden Nilgün Marmara, şiirini tamamlayamadan genç yaşta intiharı seçmiş bir şairdir. Ölümünden sonra yayımlanan “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” “Metinler” “Kırmızı Kahverengi Defter” gibi eserlerinden yola çıkarak karamsarlık, bunalım, inanç yitimi, eril düzene başkaldırı ve hiçliğe arzu gibi kavramlarla şiir dilini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Nilgün Marmara’nın muğlak ve girift dili “arayış, eşyanın sorgulanışı, anlamın deşilmesi, ölüm sonrası var oluşu canlı bir şekilde kavrayış isteği” gibi konularla birleşince ortaya anlaşılması güç, çözümlenmesi zor metinler çıkmıştır.

Seçmiş olduğumuz “Düşü Ne Biliyorum” adlı şiir; geleneksel olana, yazgıya, köhneleşmiş değerlere hem bir başkaldırı hem de metinlerarası yönteminin kullanıldığı bir sorgulama örneğidir.

Söyleyiş tarzı ve işçiliğin ön planda olduğu şiir yoğun imgeler ve imajlarla çok anlamlı bir yapıdadır.

Her edebi metnin bir göndergesi, bir muhatabı vardır. Biz, bu metinde birbirinden kopuk ve anlamsız gibi görünen sözcüklerin aslında tutarlı ve anlamlı bir bütünün parçası olduğunu Eco’nun “Metin Merkezli Okuma” yöntemiyle göstereceğiz.

“Yazarın ne demek istediği değil metnin ne demek istediğini anlamak, düşünmek gerek. Eco’nun 22 yıl önce “Açık Yapıt” adlı kitabıyla ortaya koyduğu düşünceyi, kabaca en uçtaki biçimleriyle “açık metin” ile “kapalı metni” kısaca şöyle özetleyeyim: Kapalı metin, belirlenmiş, okurundan beklediği iş birliğiyle, bir anlamda tek çizgi üzerinde ilerleyen, değişik okuyuşlara götürmek amacı gütmeyen bir metindir. Açık metinse çeşitli okumalara açık, sırasında her adımda okurun seçebileceği yollar açan, belirlenimi az bir metindir. Ne çeşit bir metin karşısında olduğumuzu, bu metnin ne durumda yazılmış olduğunu, hatta ne “niyetle” yazılmış olduğunu düşünebiliriz. Düzgülerle alt-düzgülerin verdiği öğreniyi (Metnin gönderdiği dünya ile kendi dünyamız arasında bir ilişki ararken) daha iyi karar verebilmek için birtakım noktalarda ayraç içine alır, bekletebiliriz. Gerekli önbilgiler alanıdır bu: çeşitli danışma, yerleştirme, anlamlandırma dizgelerimize başvururuz. “Sözlük” ten ortak senaryolara, oradan metinlerarası senaryolara, oradan da düşün yapısal üst dizgilere…” (KARASU, 2011, s. 50)


DÜŞÜ NE BİLİYORUM


Kimdi o kedi, zamanın

Eşyayı örseleyen korkusunda

Eğerek kuşları yemlerine,

Bana ve suçlarıma dolanan?


Gök kaçınca üzerimizden ve

Yıldız dengi çözüldüğünde neydi yaklaşan

Yanan yatağından aslanlar geçirmiş

Ve gömütünün kapağı hep açık olana?


Yedi tül ardında yazgı uşağı,

Görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o

Ve bağlanmıştır körler

Örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken,

İskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.


Yine de o zaman kedisi

Pençesi ensemde, üzünç kemiğimden

Çekerken beni kendi göğüne,

Bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler maketinin,

Uyanıyorum küstah sözcüklerle:

Ey, iki adımlık yerküre

Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! (MARMARA, 2014, s. 175)


1.KESİT

“Kimdi o kedi, zamanın

Eşyayı örseleyen korkusunda

Eğerek kuşları yemlerine,

Bana ve suçlarıma dolanan?”


Edebi eserlerde başlık, metnin içeriğinden bağımsız değildir. Şiir “Düşü Ne Biliyorum” başlığını taşır. Burada başlıktan yola çıkarak metin hakkında bazı emareler görülmektedir.

Birincisi öznenin şairin kendisi olduğu ve “düşünebiliyorum” diyerek bilinçli bir varlık olarak düşünebildiğini söylemesi.

İkincisi yine öznenin şairin kendisi olduğu ve “düşü ne biliyorum” diyerek düşün, yani gerçek olmayanın farkındalığına sahip olduğunu söylemesi.

Dolayısıyla her iki durumda da “Düşü ne biliyorum” başlığı, alımlayıcıya farkındalığı yüksek bir metnin kapılarını açar.

“Düş” aynı zamanda Türkçede sesteş bir sözcüktür. Hem uyku sırasında gördüğümüz rüya, gerçek olmayan şey hem de bir fiil olarak “yer çekiminin etkisiyle aşağı düşmek” anlamındadır.

Metnin ilk kısmı birbirinden farklı özelliklere sahip olan “kedi” ile “kuş” arasındaki zıtlık ilişkisiyle kurulur. Kedi; kuşun yaşam alanını daraltan, saldıran, örseleyen yapıdadır. Kuş ise metnin poetik öznesi olan şairin bedenini temsil eder. Bu kısımda yer alan kedi metaforu, zaman kavramıyla birlikte kullanılarak zamanın eşyayı, nesneleri yıpratma ve eskitme korkusu içerisindedir ve özneye karşı saldırgandır. Öyle ki özgürlüğün ve masumiyetin sembolü olan kuşların yemlerine de dolanacaktır.

İlk kesitte yer alan “kedi” sembolü metnin son kısmında da aynı karakteristik yapıda olduğundan ataerkil bir erkek figürünü imler.

Kuş betimi, aynı zamanda kadın ve erkek arasındaki güç mücadelesini göstermek için kullanılan birçok metafordan biridir. Tarihin erken dönemlerinde-anaerkil- şahin gibi güçlü bir kuşun kadınla özdeş olması dışında, kadınlar sanatın birçok dalında günümüzde olduğu gibi tarih boyunca genellikle güzel, narin ve kırılgan varlıkların sembolü olan kuşlarla özdeş tutulmuştur. (ÖZDEN, 2011, s. 223)


2.KESİT

“Gök kaçınca üzerimizden ve

Yıldız dengi çözüldüğünde

Neydi yaklaşan

Yanan yatağından aslanlar geçirmiş

Ve gömütünün kapağı hep açık olana?”


Yükseklik, sonsuzluk, genişlik, özgürlük, mavilik, Tanrısallık gibi anlamlar içeren “gök” kavramı ilk bakışta huzuru ve sonsuzluğu akla getirir. Burada kaçan özne göktür; yani huzurun, sonsuzluğun, Tanrısal olanın kendisi. Bunun ardından “yıldız denginin çözülmesi” yani gündüz ve geceden umudunu yitirmiş bir bireyin içinde bulunduğu rahatsızlık durumu belirtilir.

Türkler için gökyüzü, daha çok yaratıcı varlığın yaşadığı mekân olarak tasavvur edilmiş ve gökyüzü Tanrının mekânını simgelemiştir. Aynı zamanda gök yüksektir, ulaşılması imkânsızdır ve saygı gösterilen bir mekândır. Bu sebepten Tanrı ifade edilirken gökte bulunduğunu belirtmek ve onu yüceltmek amacı ile “Gök Tanrı” ifadesi kullanılmıştır. (KOCA, 2012, s. 256)

Türkçe bir kelime olan “gömüt” mezar anlamına gelir. Gömütünün kapağı hep açık olan ölüme her an açık olan şairin kendisidir. Öyle ki bu dize, Martin Heidegger’in “İnsan olarak var olmak, hiçliğe açık olmaktır” sözünü hatırlatmaktadır. İnsan ölüme açık bir varlıktır ve ölümün ne zaman, nereden geleceği hiç belli değildir.

Aslan; metaforik olarak üstünlüğün, yırtıcılığın, liderliğin ve gücün sembolüdür. “Yanan yatağından aslanlar geçirmek” dizesi somut anlamda düşünecek olursak kedigiller ailesinin en büyük ve en güçlü olan etoburunu akla getirmektedir.

Türkçede aslan kelimesinin mecazi anlamıyla birçok şekilde kullanımı söz konusudur. Örnekler vermek gerekirse; herhangi bir kişi için “aslan gibi” denilmesi, bahsi geçen kişinin yiğit ve cesur bir insan olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca, o kişinin güçlü, kuvvetli, iri yarı ve heybetli bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Kuzey yarı kürede Yengeç ve Başak takımyıldızları arasında yer alan, bir takımyıldız kümesi için de aslan ifadesi kullanılmaktadır. Herhangi bir olay karşısında kişiyi tarif etmek için “aslan kesilmek” ifadesinin kullanılmasıyla o kişinin; aslan gibi cesaretli ve atak olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. (Öztürk, 2019, s. 19)

Metin merkezli okumaya devam ederek buradaki aslan sembolünün şiirin ilk ve son bölümünde yer alan “kedi” ile evrimsel bir bağının olması gerçeği ve betik boyunca aynı fonksiyonlarda kullanılması durumu metaforik bir tutarlılık oluşturarak daha güçlü ve daha yırtıcı bir erkek figürünü ima ettiğini söyleyebiliriz.

Bir metinle ilgili yorumunuzun makul görünmesini istiyorsanız, bir ya da iki dizeyi veya sahneyi açıklamakla yetinemezsiniz. Öteki dizeler ya da sahnelerin çoğunun orada ne işi olduğu hakkına bir şeyler söylemek sorundasınız. (Eco, 2013, s. 119)

Yangın; sıcaklığı, yakıcılığı, rengi ile cinselliği ve şehveti çağrıştırır. Yangının yatak kelimesi ile birlikte kullanılması bu imi temellendirecektir. Burada “Yanan yatağından aslanlar geçirmiş olan” şairin kendisidir.

Eski çağlardan günümüze kadar, doğuda ve batıda insanlığın ateşle ilgili tasavvurları dikkate alındığında, ateş ve cinselliği bir araya getiren pek çok ortak imaj ve mitle karşılaşılacaktır. Bu imaj ve mitler, ilk çağlarda ateşin keşfedilme yollarından, Zerdüştlüğe kadar uzanmaktadır. Ateşin hem aşkın şiddetini ölçen bir araç, hem de tanrı olabilmesi bu imaj ve mitlerle ilişkilendirilebilir. Gaston Bachelard cinsellik, sürtünme ve ateş arasında güçlü bir bağ kurarken, çeşitli antropolojik kaynaklardan yararlanarak bunu açıkça ortaya koyar. Bachelard‟ın verdiklerine ek olarak bu çalışmada yer verilen pek çok benzer nitelikteki bilgi, Bachelard‟ın görüşlerinin evrenselliğini ve şu ya da bu yazara göre değişmeyeceğini göstermektedir. (Korkmaz, 2011, s. 16)


3.KESİT

“Yedi tül ardında yazgı uşağı,

Görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o

Ve bağlanmıştır körler

Örümcek salyası kablolarla birbirine

Sevişirken,

İskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.”


Yedi rakamının dinlerde metafiziksel ve gizem dolu pek çok anlamı vardır. Yedi; birliğin, bütünlüğün, düzenin simgesidir.

Yedi sayısı, ilahi ve ruhsal olan üç ile dünyevi ve maddi olan dördün birleşimini verdiği için bütün kültürlerde kutsal kabul edilmiştir. Pek çok arkaik toplumun dinî sihri uygulamalarında bir takım sihri sözcükler ve ritüellerin yedi kez tekrarlandığı bilinmektedir. Bu nedenle eski toplumlarda kimya ve simya ilimleri yedi metalin alaşımıyla elde edilmekteydi. (Kılıç, 2018, s. 114)

Kur’an’da yedi sayısının sistematik bir şekilde tekrar ettiği görülür. Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha yedi ayetten oluşmaktadır. Surenin ilk üç ayetinin İlahi olanla son dört ayetinin dünyevi olanla ilişkili olması, yedi sayısının ilahi olan üçle dünyevi olan dördün birleşmesi ilkesinin Kur’an’daki görünümü olarak değerlendirilmektedir. (Kılıç, 2018, s. 115)

Metinde geçen “yedi tül ardındaki yazgı uşağı/görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o/ve bağlanmıştır körler” ibaresi dinsel olana bağlı olan bireyin; kaderin, yazgının uşağı olarak görülmesi ve kör olarak nitelendirilmesi ile ilişkilendirilir. “Yazgı uşağı” olarak yaşayan bireyler öyle bir tabu ile birbirlerine bağlanmışlardır ki gözleri görmez ve inandıkları şey son derece sathi ve tek boyutludur.

“Örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken” tümcesi ilk bakışta cinselliği çağrıştırsa da bu dizeyi onu çevreleyen diğer dizelerle beraber bir bütün olarak değerlendirdiğimizde insan ve hayvanlarının ağızlarında üretilen ve bir tür sıvı olan “salya” terimi; şehveti, “kablo” terimi ise tabuları ve doğmaları, bu durum da inançlarla, aynı kültürel değerlerle birbirine bağlanıp yaşayan sıradan insanları imler.

Buradaki tenkit, inancadır; dinsel olana bağlı olan bireylerin tek boyutlu bir düzlükte, tabularla birbirlerine bağlanmasınadır. Metinde geçen örümceğin dinsel kaynaklarda da koruyucu bir görev üstlenmesi bu imi temellendirecektir.

Rivayetlere göre, “Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir mağaraya girdikten sonra onları gizlemek için Allah’ın emriyle mağaranın girişinde bir akasya ağacı oluşmuş,70 ayrıca bir çift güvercin bu ağacın üzerine yuva yapıp yumurtalar bırakmış, yine mağaranın girişine bir örümcek ağ örmüş. (Azimli, 2008, s. 65)

Bu rivayetten sonra metnin üçüncü kısmının son iki dizesinde yer alan “İskeletin sevincini aklın yangınına döndüren fil kuyruğu gerdanlıklarla” ifadesi yine kendinden önceki mısralara bağlı kalınarak incelenecektir.

Akıl kelimesi etimolojik (köken) olarak, bağlamak, engelleme, yasaklama, tutmak, korumak gibi anlamlara gelmektedir. (Özdemir, 2016, s. 115)

Aklın yangın halinde oluşu, zihni adeta yakan, kavuran bir yapıya dönüşmesi sürekli düşünen, gerçeği arayan bireyin içinde bulunduğu durumu gösterir.

Akıl, terim olarak duyu organları aracılığı ile kendisine ulaşan bilgileri değerlendirebilme, bilinenlerden yola çıkarak bilinmeyenlerin anlama, kavramlar arasında ilişki kurarak sonuçlar ortaya koyabilme, kıyas yapabilme, doğru ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme yeteneğidir. (Özdemir, 2016, s. 116)

İskelet, vücudun dik durmasını sağlayan ve organizmaya fiziksel destek sunan yapıya denir. Bireyin salt bir iskelet olarak görülmesi onun insani duygulardan eksik oluşuna işaret eder. O hâlde metinde geçen iskeletin sevinci; basit, sığ, ilkel bir insanın sevincidir. Bu sıradan insanın sevincinin “akıl yangınına dönmesi” yine metinde geçen “fil kuyruğu gerdanlıklarla” hadisesi ile gerçekleşir.

Mesnevî’de fil metaforu Kabe’ye saldırmak üzere yola çıkan Ebrehe ordusu dışında müspet anlamlarda kullanılmış, güç ve masumiyetin sembolü olmuştur. (Nur, 2017, s. 37)

Tüm bu bağlamları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde metinde geçen “fil kuyruğu gerdanlıklarla” ifadesi, İslam tarihine Gerdanlık Olayı veya İFK Olayı olarak geçen ihtilaflı iddiaya metinlerarası bir göndermedir. Gerdanlık Olayı, Hz. Ayşe’nin bir sefer sırasında gerdanlığını düşürmesi, ordudan ayrı kalması ve eşi Hz. Muhammed’i genç bir asker olan Safvan Bin Muattal ile aldatması iddiasına dayanır.

Dedikoduların bir hayli çoğalması üzerine Hz. Peygamber kararsızlığa düşerek Hz. Ali ve Üsâme b. Zeyd’i çağırarak onlarla istişare etti. Üsâme b. Zeyd söylenenlerin yalan olduğunu ve Hz. Aişe’de iyilikten başka bir şeyi bilmediğini söyledi. Hz. Ali ise: “Ya Resûlallah! Allah sana bu hususta bir sınırlama koymamıştır. Onu boşa ve başka bir kadınla nikâhlan. Fakat Aişe’nin cariyesine sor, o sana doğruyu söyler.” dedi. Uzun bir süre vahyin inmemiş olması gerçekten büyük bir sıkıntıyı beraberinde getirmişti. Şimdi bir an için vahyin gelmediğini düşünelim. Hz. Aişe’nin suçsuz olduğu kesin bir şekilde ispatlanabilir miydi? İki kişi arasında cereyan eden bir olay ve bu iki kişi sanık mevkiindeydiler. O hâlde başka şahit de olmadığına göre vahiyle hakikat bildirilmese Hz. Aişe ve Safvân b. Mu‘attal’ın suçsuzluğuna birçok insan inanmayacaktı. Bu durumda Hz. Peygamber sürekli bir sıkıntının, kuşkunun içinde kalacaktı. (Erkocaaslan, 2015, s. 142)


4.KESİT

“Yine de o zaman kedisi

Pençesi ensemde, üzünç kemiğimden

Çekerken beni kendi göğüne

Bir kahkaha bölüyor dokusunu

Düşler maketinin

Uyanıyorum küstah sözcüklerle:

Ey, iki adımlık yerküre

Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!”

 

Kedi metaforu farklı anlamlar yüklenmeye çok açıktır. Bu sembolün metnin hem ilk hem de son bölümünde “zaman” kavramıyla beraber kullanılması ve saldırgan bir yapıda olması bizi ortak bir anlama götürüyor.

Bir metnin belli bir bölümünün belirli herhangi bir yorumu, ancak metnin bir başka bölümünce doğrulandığında kabul edilebilir; metnin başka bir bölümünce çürütüldüğünde ise reddedilmelidir. (Eco, 2013, s. 85)

Özneye karşı saldırgan olan bu kedi; şehvetine düşkün, obur, vahşi ve cinsel yönden sayrılığa varan ataerkil bir şahsiyetin timsalidir. Pençeleri vardır ve cinsel anlamda nesneleştirdiği öznenin ensesindedir onu üzünç kemiğinden kendi göğüne doğru çekerek hükmediyordur. Burada ruhsal bir bütünleşmeden ziyade sadizme varan vahşi bir birliktelik söz konusudur.

Sadist, en azından tek bir obje üzerinden ya da kısa bir süre için tam ve mutlak bir hükümdarlık arzu eder. Bu istek, en belirgin olarak cinsel ilişkide kendini gösterir. Sadist erkekler açısından kadın, sadece erkeğin hiçbir sınırlama olmaksızın ne isterse yapabileceği basit bir obje, bir mahluk ya da bir nesnedir. Eğer sadizme genital cinsellikle ilgili istekler karışmışsa elde edilen fizyolojik tatmin sadistçe davranışların daha da genişlemesini sınırlar. (Fromm, 1998, s. 60)

Metnin son kısmında yer alan Uyanıyorum küstah sözcüklerle/ Ey, iki adımlık yerküre /senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! seslenişi; ataerkil düzene, kadın olarak nesneleştirilmeye, dinsel olanın irrasyonelliğine bir tepki niteliğindedir.

Anlamlar ne rastgele biçimde okurlar tarafından şiire ihsan edilir ne de bir su seviyesi çizgisinde olacağı gibi sayfada nesnel bir biçimde bulunur. Anlam, kafalarımızın içindeki tesadüfi bir süreç değil, kurallarla yönetilen toplumsal bir pratiktir. “Seni bir yaz günüyle kıyaslasam mı? dizesi, akla mantıklı biçimde başka okurlara da kızarmış muzları hatırlatmadığı sürece, kızarmış muzlar bu dizenin anlamının parçası olamaz. (Eagleton, 2007, s. 176)


SONUÇ

Modern şiirin anlam alanı kaypak bir alanda ilerler. Söylediğimiz yorumların her zaman ucu açıktır. İncelediğimiz bu metin farklı kuramlarla farklı okumalar yapmaya açıktır. Bu çalışmada Nilgün Marmara'nın şiir dünyasının derinlikli yüzünü ve tarihsel göndermelerle dolu olduğunu Türk okuyucusuna göstermek istedik.

Bu yazıda, Nilgün Marmara’nın “Düşü Ne Biliyorum” adlı şiiri, metin merkezli bir okumayla incelenmiştir. Çözümlemede metin merkezli bir okuma yaptığımız için tahlil aşamasında şiirin her bendi, kendi içinde ayrı ayrı incelenmiş daha sonra her dize o bent içinde değerlendirilmiş ve son olarak şiirde geçen tüm kavramlar "kedi, aslan, yılan, fil, zaman, eşya, gök, yıldız, gömüt, yedi tül ardı, yazgı uşağı, tek boyutlu düzlük, körler, salya, kablo, iskeletin sevinci, gerdanlık ve yerküre" gibi metnin bütünündeki kullanımına bakarak ve çağrışım değerleri üzerine düşünerek yalnızca metin bağlamında o metinden elde ettiğimiz verilerle anlamlandırıldı.

Bölümlere ayırarak ayrı ayrı incelediğimiz bu okuma; her ne olursa olsun Marmara’nın inancı, psikolojisi, poetik görüşü ve hayata bakışıyla paralellik gösterir.


 

Kaynakça

Azimli, M. (2008, Eylül 3). Olağanüstü Olaylar Örgüsünde Hz. Peygamber'in Hicreti . Milel ve Nihal, s. 65.

Eagleton, T. (2007). Şiir Nasıl Okunur. İstanbul: Agora Kitaplığı.

Eco, U. (2013). Yorum ve Aşırı Yorum. İstanbul: Can Yayınları.

Erkocaaslan, R. (2015, Ocak). Benî Mustalik Gazvesi Esnasında Ortaya Çıkan Nifak Hareketleri ve İFK Olayı. Diyanet İlmi Dergisi, s. 142.

Fromm, E. (1998). Cinsellik ve Cinsel Sapmalar. İstanbul: Arıtan Yayınevi.

KARASU, B. (2011). İm Bilim Ders Notları. Ankara: Bilge Su Yayınları.

Kılıç, S. (2018, Mart). Yedi Sayısının Kültürel Arkaplanı Çerçevesinde Gâribname Mesnevisi'nin Yedinci Bölümü Üzerine Bir İnceleme. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi.

KOCA, S. (2012). Türk Kültüründe Sembollerin Dili. Sakarya: Sakarya Üniversitesi.

Korkmaz, N. G. (2011, Haziran). Gaston Bachelard'ın Psikanalitik Yaklaşımıyla Ahmet Haşim'in Şiirlerinde Ateş. Ankara, Türkiye.

MARMARA, N. (2014). Daktiloya Çekilmiş Şiirler. İstanbul: Everest.

Nur, İ. H. (2017). Mesnevi'de Hayvan Karakterleri. Uluslararası Türk Kültür Coğrafyasında Sosyal Bilimler Dergisi, s. 37.

Özdemir, O. (2016, Haziran 1). Psikiyatrik Açıdan Akıl ve Aklın Terbiyesi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi, s. 115.

ÖZDEN, F. (2011, Nisan). Kuş İmgesinin Söylembilimde ve Sanatta Temsili. Beykoz Akademi Dergisi, s. 223.

Öztürk, Ş. (2019, Nisan 30). Türk Kültüründe Aslan. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, s. 19.