Evden çıkarak ıslak bir yol ortasında buldum kendimi. Yolun sağından gelen bir çiftin birbirlerine fark edilmeden bakma çabaları, aralarındaki mesafeyi kapatıyordu. Yağmur yağmamasına rağmen kızın mavi şemsiyesi açıktı. Biri sağ eliyle tutuyordu şemsiyeyi diğeri sol, bir şemsiyede iki el tek kalp atıyordu. Yolun sağından devam ederek gözden kaybolan çiftin ardından ayaklarımın beni alıp götürdüğü yer Nisan Durağı. Durağın sağ tarafındaki ıslak bankın sağına oturdum. Bekledim neyi beklediğimi bilmeden, ortamın ıssızlığına aldırmadan. Yol ıslak, hava soğuk, üstüm ince, üşüyordum. Çok geçmeden bankın sağ köşesine bir kadın yanaştı. Uzun başlı, çatık kaşlı ve çenesi öne doğru hafif sivriceydi. Dalgalı saçları üstten topuzluydu. Saçakları ise arkadan sarkıyordu. Soğuktan beyaza bürünmüş çehresiyle, etrafına 'anlamsız bakışları ile' nam salmaya başlamadan sola doğru kaydım. Bankın ıslak olmasına aldırmadan oturdu. Kambur oturuşuyla etrafına bakınan kadın gözlerini kaçırır bir edayla nereye gideceğimi sordu.

''Bilmiyorum'' dedim.

''Şu anki hisleri ile beş dakika sonraki hislerinin farkına varacak ama hissizliğini bilmeyecek biri gibi nereye gideceğimi bilmeden belki de inkarına imkan olmayan hissiyatlarımdan kurtulmam ve beni alıp götürmesi için bir şeyi ya da birini nedensizce bekliyorum.''

Derin bakışlarını gözlerime dikti ve aniden bir kahkaha attı. O an kaybolan gözlerinde kaybettim kendimi. Kahkahaların yanaklarına imkan verdiği çukurlar, soğuktan beyazlayan çehresinden eser bırakmamıştı. Pembe yanaklarının üzerinde, ufak göz yuvasının arasından sızan bir bakışla tekrar baktı. O an benzerini daha önce hissetmediğim bir duygu parçacığının beni nasıl titrettiğinin tarifi yoktu.