Önümde bir yığın kırgınlık...

Oturdum ve kaybettiklerimi düşündüm uzun uzun...


Ankara'ya yüzü yorgun dönüşlerimi, geciken otobüs saatlerini ve ağlarken camdan dışarıya çaresizliğimi konuştuğum günler vardı.

Sonra zaman geldi ve aldı bir rüzgar.

Sürüklemek değil, darmadağın ediliyordu kalbim.

Kenarları gibi içi de eğik duruyordu bu hikayenin. Tutunmayı bırakmakla başbaşa ve yorgun.

Beni öyle naif yaralarla bırakıp gidenlere sustum. Sustum ve "sevmeye dahil" denilen yalana inandım her ayrılığı da.

Kalbimi bilmediler. Taşıdığı kabuğu bıraktım ve o gün kendimi teslim ettim kırılmaya. Suçluyordum kendimi. Herşeye bu kusuru ben bıraktım. O kusur benimle kalbim arasında. Yaşatacak beni bir uçurumda hep gibi.

Azalırsam bu kusur büyüyecek biliyorum artık.

Azalırsam sonlanacak gidişler. Yorulmayacağım eksik kalan yerlerin düşüncesiyle.

Görünen köyün kılavuzu gibi görünen yıkımın devamı olarak hatırlatacak hafızam yaşadıklarını. Bunları da yaşamaktan sayarak çünkü öyle avutmak gerekir kaybedişlerini. Oturacağım işte bir boşlukta. Kimse artık dokunmayacak ya onlara. Yitirmenin rahatlığı kalacak bu hikayede.

Herşeyi açık açık gösterdim herşeye işte.

Kabuk yok oldu. Beni o bedenle gördünüz. O yaralı tenimle. Kaç kez sevgisizlikten yara aldığını sayamadığım ellerimi öğrendiniz. Beni kabul etmediniz yine de beklettiniz o bilinmeyende.

Dediniz ki: "kabuğunu değiştir ki kabul göresin içimizde."

Dedim ki: "kabuğum yaralıdır. Değişse de yarası çıkacak ortaya ve size gerçekliği anlatacak." Dinlemediniz...


Aynı dünyanın insanları değiliz. Aynı yörünge de olamadık iyi ki dedim sizinle. Bu yörüngede de yalnızım. Yalnızım ve korkuyorum aslında. Bir ışık bulsam kendime içim rahatlayacak ama yalnızım ya hala bu yörüngede sonsuzluğa dek susacağım.

Beni de yutacaklar.

Beni de susturacaklar.

Yaptılar işte!


Kendine bir ıssız yarayım bu kalabalıkta.

Kimse etimdeki işaretleri bilmiyor hala. Kaybolursam kendimi bir tek tanıyacağım diye ezberledim o işaretleri. Ama biri beni bulsun isterdim.

Bulunmamış olmak çok acı...