Bölüm 2: Sahel ve Derya


Birkaç cümle yazıp veda etmiş olmak isterdim, çok klasik gelse de kaçış yolunun en güzel hediyesidir son kalan iki üç cümle, birkaç damla gözyaşı ile yazılıp katlanmış son kalan cümleler. Düşününce bile hüzün veren bir şey nasıl hediye olabilir ki? Uğurlaması için şans verilemeyen insanlara sorun birde...


Ayışığı, sana veda edememek ne demek biliyor musun? Uçuruma yalın ayak yürümek gibi, hissizce gözlerini kapatıp uyumak gibi, unutamadığımız o tüm kötü anılar gibi...


Bugün bir beyefendi ile tanıştım, o kadar naif ve kibardı ki konuştukça dinlemek istedim, psikologmuş kendisi. Yalnız küçük bir sıkıntı var, her şeyi çok inceliyor, santim santim ölçüyor. Tuhaf adamdı doğrusu.


Sonra uçurtma uçurtmaya gittim, tam bir felaketti, bir anda fırtına çıktı ve uçurtmam yırtıldı, berbattı.


Ayışığı sana sarılmak istedim dün lakin buraya gelemedim bende yastığına sarıldım. Kızma hemen, biliyorum bunu yapma dedin o ben değilim dedin ama ne yapabilirim? Hem Ayışığı, sen bana kızarsan ben de sana kızarım, geçen gün rüyamda beni bırak dediğin için, anılardan vazgeç dediğin için... Söyler misin, ben o anılar olmadan nasıl yeşerteceğim ormanımı? O anılar oksijen, güneş ve su gibi. Söyler misin, bunlar olmadan bir çiçek nasıl büyür? Oysa ben sadece bir çiçek değil, bir ormandan bahsediyorken...


*


Adımlarım yavaştı, yağan kar yavaş yavaş eriyordu, çoğu kişi için mutluluk sebebi olsa da beni üzüyordu, yeryüzünün en masum renge bürünmesi sanıyorum ki en büyük neşemdi. Oysa şimdi kirlenmiş ve yarısı erimiş masumiyet hiç de çekici gelmiyor.


Derin bir nefes alıp ellerimi montumun cebine koyduktan sonra yürümeye devam ettim, nefes alışverişlerimde sigara içiyormuşum da duman çıkıyormuş gibi görünüyordu.


Bazen her şey bir yanılsamadan ibaret geliyor, geçen gece bir evin penceresinden girmeye çalışan bir kedi gördüm, oysa sadece ağacın gölgesiydi. Ondan sonra küçük bir yaprağa bastığımı sandım o da bir yanılsamaydı çünkü ayağımın altında sadece ölü bir böcek vardı. Tamam bu belki benim hayal gücümden kaynaklanabilir ama çoğu şey bir yanılsama değil mi? En basitinden aynalar; kimisi ince, uzun, zayıf, kilolu gösteriyor.


Gerçeği hangisi? Kısa boylu birine göre çok uzun, uzun olan birine göre orta boylu olabilirsiniz, iyi de gerçek boyunuz ne? Hepsi yanılıyor zannımca.


Tıpkı parmak izi gibi gözler, hepsinin başka bir görüşü var.


Dün rastgele bulduğum yere varmıştım, mor sümbüller dün çok gerçekçiydi ama bugün yanına yaklaştığımda plastikten olduğunu fark ettim. Sanırım bu biraz üzdü beni.


Banka oturduğumda gözlerimi kapatıp açtım, usulca etrafı kolaçan ettikten sonra elimdeki kahveden bir yudum aldım.


"Peh, içine buz atmak kötü bir fikirdi." kendi kendime konuşurken arka banka birinin oturmasıyla sustum.


"İçim içime sığmıyor, o kadar mutluyum ki anlatamam." arkamdan gelen genç kızın sesiyle ona odaklandım


"Sana anlatsam dinler misin?" bana söylediğinden emin olmak için etrafa baktığımda kimse yoktu, telefonla konuşuyor da olabilirdi.


"Bana mı?"


"Evet"


"Dinlerim sanırım." ufak bir kahkaha attıktan sonra derin bir nefes aldı


"O kadar mutluyum ki adeta havalara uçuyorum, içim içime sığmıyor; koşmak, hatta uçmak istiyorum. Keşke kanatlarım olsa da sema da süzülebilsem." Derin bir iç çekti, galiba gökyüzünde uçma arzusunda kaynaklı idi bu iç çekme.


"Birinden duymuştum, mutluluğu hak etmek gerek diyordu, hak etmeyince elde ettiğin mutluluk yarım kalır. Sıcakken içemediğin soğuyunca da yarım bıraktığın çay gibi... askıda kalır mutluluğun. Tabii bu benim düşüncem, ne seni bu kadar mutlu etti?" sorumla konuşmaya başladı


"Mutluluğu hak etmek mi? Bunu herkes hak eder bence. Her neyse, geçen hafta sahile giderken küçük bir çocuk gördüm, öyle içten ağlıyordu ki ona yardım etmek istediysem de bir türlü güldürememiştim. Gelirken kahkaha attığına şahit oldum, onu bu denli sevindiren şeyi sorduğumda da bana ben olduğumu söyledi. Anlamayarak biraz daha yaklaştım kendisine, annesi iş bulmuş. Artık sokakta insanlara bakmak zorunda değillermiş. Ben ne yaptım ki dediğimdeyse annesiyle olan konuşmamızı hatırlattı. İnsanlar sürekli çalış dilenme diyor aynı zamanda hakaret ediyorlarmış, kadına çalış yerine bir sürü iş alanı göstermem harekete geçirmiş onu. Yine de büyük bir payım olduğunu sanmıyorum. Ayrıca yalnız bu da değil, Allahım! Birkaç hafta önce ayağı yaralı bir köpek vardı, veteriner bugün iyileştiğini söyledi, yavrularımdan birinin daha iyileşmiş olması beni öylesine mutlu ediyor ki, sonra dün bir binanın önünden geçerken kavga sesleri duydum, bir müddet bekledim, yarım saat kadar sonra iki kişi dışarı çıkıp kavgalarını sürdürdüler, sebebini bilmesem de öyle içim burkulmuştu ki, biriyle böyle kavga ettiğimi düşündüm, ne yapardım? Kesinlikle sessizce bir odaya kapanıp dışarı çıkmak istemezdim, içim içimi yerdi. Ve bil bakalım ne oldu? Bugün o ikisi dışarıda el ele yürüyorlardı. Bir gösteri olabilir ama en azından ikisini de gülümserken gördüm. Ondan sonra her gün durakta oturan yaşlı amca bugün yoktu ve tıpkı benim gibi her gün onunla konuşan biri vefat ettiğini söyledi. Başta gözlerimi dolduran bu olay şimdi beni nasıl mutlu ediyor anlatamam, mutsuzca yaşamaktansa ebedi hayata yolculuk etmek, bu muhteşem bir şey!"


"Ebedi hayata göç etmek yani ölmek tam olarak nedir sence ?"


"Bunu daha önce uzun uzadıya düşündüm ama tam olarak bir sonuç çıkaramadım. Sahi nedir ki ölüm?"


"Ölümün tanımı olmasa da her şeyi ölümle betimliyorlar, yok efendim sensizlik ölüm gibi, yok efendim parasızlık ölümdür. Geç bunları bana ölümden haber et diyeceksin de susup kalacaklar öylece"


"Biri bana ölüm üşümektir demişti"


"Öyleyse üşümek tam olarak nedir?" Durdu, uzun bir müddet konuşmadan bekledik.


"Zamanla hissizleşmek olsa gerek." cevabıma karşılık gelmeyince arkamı döndüm, gitmişti. Nasıl fark etmedim ki gittiğini?


Bazen diyor aklım başımdan gidiyor, derdimi derman olarak görüyorum ve öylesine konuşuyorum, kendimle...