Notre Dame'ın Kamburu üzerine:

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki hiç ummadığım bir hikâye, bir tarih, bir şehir çıktı karşıma. İnanılmaz keyif aldığım okumalarımdan bir tanesi oldu.

Yazar eserini birinci kitap, ikinci kitap diye ayırarak on bir bölümden oluşturmuş.

İlk bölümde karakterlerin sahneye çıkışı ve Notre Dame'ın, Paris'in betimlemeleri yer alıyor. Betimlemeler öyle kuvvetli ki adeta zihnimde katedral ayaklandı. Yazar, Paris mimarisinin övgü ve yergisine uzun uzun yer veriyor. Ana hikâye dışında önemli bir tarihi kaynak niteliği taşıyan eser, Orta Çağ Avrupa'sına ışık tutuyor. 15. yüzyılda Paris'in Rönesans ile değişimini ele alıyor ve Rönesans'ın "Rönesans tarafsız değildi, yapmakla yetinmedi yıkmaya başladı; doğrusu kendi eserlerini göstermek için boş alanı ihtiyacı vardı." yorumuyla eleştirisini yapıyor.

Ana hikâyeye gelirsek Çingene kızı Esmeralda, bir kadına aşık olması sonu olan rahip, başdiyakoz Claude Frollo, "eksikli bir bedenin içindeki ruhun da köreldiği gerçektir" dediği kambur, biçimsiz zangoç, Quasimodo ve diğer bütün karakterlerin Fransa'nın Paris'inde yaşadıkları bu adaletsiz, iyinin yok olup kötünün, aymazlığın egemen olduğu bir hayatın anlatımı.

Hugo'nun "Üstelik böyle biçimsiz bir yaratığın böyle bahtsız bir yaratığı himayesine alması, bir ölüm mahkumunun Quasimodo tarafından kurtarılması oldukça dokunaklı bir sahneydi. Doğanın ve toplumun bu iki uç örneği birbirlerine dokunuyor, birbirlerine yardım ediyordu." sözleri hikâyeyi özetliyor aslında.

Dedim ya, ana hikâye dışında tarihi olarak da önemli çıkarımlara yer veren Victor Hugo, başdiyakozun "Bu şunu öldürecek, kitap da yapıyı öldürecek." sözleri ile de matbaanın ortaya çıkışını ele alıyor ve basının kiliseyi öldüreceğini ifade ediyor.

Sonrasında mimari ve matbaanın kıyaslamasını ele alıyor insanların matbaadan önce kendilerini mimari eserler ile ifade eden matbaa ile mimarinin öneminin azaldığını hatta bittiğini dile getiriyor. Okurken etkilendiğim, ben hiç böyle düşünmemiştim dediğim bir bölüm oldu burası.

Orta Çağ'da mimari ve matbaa!

Alıntı:
"Mimarinin 15. yüzyıla kadar insanın temel kayıt defteri olduğunu, bu dönemde dünyada yapıya yansımayan tek bir karmaşık düşüncenin var olmadığını, her halk düşüncesinin tıpkı dini yasalar gibi bir anlatısı bulunduğunu, insan türünün taşa yazdığının dışında önemli bir düşünceye sahip olmadığını belirtmemiz gerekir. Peki neden? Çünkü dinî olsun, felsefi olsun her düşünce varlığını sürdürmek, harekete geçirdiği kuşağın ötesinde gelecek kuşakları da etkilemek, iz bırakmak ister. Oysa el yazmalarının ne eğreti bir ölümsüzlüğü vardır! Bir yapı çok daha sağlam, kalıcı ve dayanıklı bir kitaptır! Yazılı sözü yok etmek için bir meşale ve bir barbar yeterlidir. İnşa edilmiş sözü ortadan kaldırmak için toplumsal bir devrim, bir dünya devrimi gerekir. Belki Kolezyum'un üzerinden barbarlar, piramitlerin üzerinden tufan geçmiştir.

15. yüzyılda her şey değişir.

İnsan düşüncesi varlığını sürdürmek için mimariden sadece daha kalıcı ve dayanıklı değil, aynı zamanda daha sade ve kolay bir yöntem keşfeder. Mimari tahtından inmiş, Orpheus'un taştan harflerinin yerini Gutenberg'in kurşundan harfleri almıştır.

Kitap yapıyı öldürecek.

Matbaacılığın keşfi ve tarihin en büyük olayı, en büyük devrimi, insanlığın ifade tarzının tamamı ile yenilenmesi, insan düşüncesinin bir kılıktan başka bir kılığa girmesi, Adem'den beri zekayı temsil eden o simgesel yılanın tam ve nihai bir deri değiştirmesidir."