Zil çaldı ve ardında uğursuz bir ritim bıraktı. Her sesten ürküyordum, korkulu bakışlarla çocukların odasına göz attım. Kapı deliğinden baktım, bir kargonun şapkasını takmış bir adamın başı görünüyordu, başı yere eğikti. Sakince nefesimi soludum ve kilitleri en yukarıdan başlayarak açmaya koyuldum. Kapı geriye doğru açıldı, bilinmez bir korku gövdemde büyüyordu. Korku gövdemde neden büyüyordu?


Kargocu adam başını usulca kaldırdığında soğuk sırıtışı da göründü, zihnimde alarmlar çalmaya başlamıştı. İstemsizce ağır bir hareketle kapıyı suratına ittim ve aniden koşmaya başladım. Tehlikeli bir ıslık sesi usulca yaklaşıyordu.

Yatak odamın kapısını kilitlemiştim ve kapıya sırtımı yaslamıştım, pür dikkat ağır adımları dinliyordum.


“Defne,” diye terennümle mırıldandı koridordaki ses.


Islık sesi düşüncelerimi biçen keskin bir alet gibiydi.


“Kapıyı aç güzelim.”


Kibar adam rolünü oynarken ne kadar da soğukkanlı ve acımasız, diye düşündüm.


“Çocuk odasına uğramamı istemezsin,” dedi.


Zımni tehdidiyle titrek parmaklarım istemsizce kilide yöneldi, bu sonuç ihtimal dâhilinde bile değildi. Yavaşça kapıyı açtım ve geriye çekildim. Bakışlarım yerden yukarı yükselirken kalbim göğüs kafesimi yumrukluyordu.


“Ha şöyle.”


Kurşun gibi üzerime gelen kendinden emin adımları bile tehditkârdı. O yaklaştıkça ben geriliyordum ki aniden üzerime atıldı ve belimden sımsıkı kavradı. İri elleri arasında oyuncak bebek gibi hareketsiz kalmıştım ve başımı geriye doğru yatırmıştım.


Mavi gözleri durgun bir pırıltıyla bana bakıyordu ve bakışları şehvetle dudaklarıma kaydığında gözlerim doldu. Farkında olmadan yüzümü ona yakınlaştırmıştım sanki huzurlu mavisinde sevdiğim adamın gölgesini görmüştüm.


“Sana söylemiştim,” diye fısıldadı dudaklarıma doğru.


“Seni bulacağım demiştim.”


İsyankâr bakışları yüzümü yaladı ve gözlerimde mühürlendi. Birbirine dolanmış iki heykel gibi yüzlerimiz tek nefeslik mesafede öylece bakışıyorduk. Zaman dondu. Taş yüzüme gözlerimden yaşlar akıyordu. Gözyaşlarımın rengi geçmişin rengiydi.


Demir’le tanıştığım üniversite dersliği gözlerimde belirdi. Profesörle fikir yarıştırdığı ders cesaretini yüzlerce öğrencinin arasında kanıtlamıştı aslında hayran kalmıştım Demir’e fakat yine de söz alıp onun tezlerini bertaraf etmiştim. Tüm sınıf alkışladığında sıramda muzipçe reverans yaparak yerime oturmuştum, gözlerimiz ilk kez o an kesişmişti. Demir bana bakmıştı. Demir birine baktığı zaman ruhunu çırılçıplak görebilen ender insanlardandı.


Nereye gidersem gideyim Demir zaten oradaydı, nereye bakarsam bakayım Demir zaten bana bakıyordu. Kaçacağım tüm sokakları benden önce zapt ediyordu. Kaçınılmaz olan gelmişti ve ellerimden tutmuştu. İnsan mutlu olduğu zaman hızla yaklaşan kötülüğü göremiyordu.


“Beni hiç sevdin mi?” diye sordum titreyen sesime aldırmadan.


Gözlerimden usulca yaşlar süzülüyordu. Demir’in gök rengi gözlerine tutunmak istediğim bir ufuk gibi bakıyordum.


“Seni sevmediğim için mi öldüreceğimi sanıyorsun?”


Kaşları havalanmıştı, sessizlik ikimizi de yuttuğunda başımı aşağı yukarı salladım. Fakat lanet olası mavi gözlerinden az öteye bile bakamıyordum. Alnını alnıma yasladı ve başını iki yana salladı. Sanki kendinden menkul bir acının pençesinde kıvranıyordu. Bir an bilinmeyen kötücül bir gücün Demir’i ele geçirdiğine inanmak istedim. Dudakları hışımla dudaklarımı kavradı ve adımlarıyla beni gerisin geriye sürüklemeye başladı. Tüm iradem pamuk ipliği gibi çözülüyordu. Yatağın üstüne sırtüstü düştüğümde bile dudaklarımız bir an bile ayrılmamıştı. Belki de tutku ikimizin karanlığını aydınlatan tek kıvılcımdı. Yanağımı okşadığında anlamıştım yavaşça dudaklarını geri çekti ve gözlerimin içine baktı. Artık vakit tamamdı.


Ne zaman bu hale gelmiştik? Hangi fırtına bilinmeyen bu uzaklığa uçurmuştu bizi? Bilmiyordum.


Başarılarımla başlayan kıskançlık krizlerini ufak tefek şiddet merasimleri izlemişti. Fakat her seferinde günahına bir kılıf yaratan bu adama biat eden de bendim. Nihayetinde öleceğimi hissedince başkaldırmıştım. Tek kişilik savaşımda Demir kendinden asla cephanelik harcamadan çevremizdeki insanları silah olarak kullanarak beni bertaraf etmeyi başarmıştı. Yardım umuduyla açıklamaya yaptığım onca insanın pervasız yüzü gözlerimin önünden geçti…


Nuh’un gemisiydim ben, insanları kurtuluşa davet eden. Fakat insanlar kendi kurtuluşlarının başka birini kurtarmaktan geçtiğini anlayamamışlardı.


Demir’in eli beline yöneldi, naçar bir acıyla gözlerinin içine baktım. Hayalimdeki adama âşık olmaktan yorulmuştum. Son kez olduğunu bilerek ellerimi yüzüne yerleştirdim. İlk kez tenlerimize dokunduğumuz bu yatakta ilk kez bir kurban verilecekti. Var oluşuna katlanılamayan bir kurban.


Uzun uzun yüzünü seyrettim, dudaklarımı ilk kez öptüğü balo gecesine kadar eskilere gitmiştim, toy heyecanıyla yerinde duramayan deniz gözlerini üzerimden alamayışı hala içimdeydi. Aynı gözlerle tedirgince bakıyordu fakat birden keskin bir acı tenimde yayıldı. Alnına düşen saçlarını okşamaya başladım.


“Öldür beni sevgilim,” diye söze başladım.


“Gün doğmadan öldür.

Çocuklar uyanmadan öldür.

Kimse duymadan öldür.

Ruhumu öldürdüğün gibi öldür.

Artık seninim,

Öldür.”

 

Keskin acılar bedenimi fethetmeye devam ediyordu yine de son gücümle konuşmaya devam ettim.

 

“Ne yarın da gözüm var,

Ne de yaşayacak halim.

Ne cennetten bir karış isterim,

Ne de cehennemdir yerim.”

 

Gövdemde yayılan ıslaklığa şaşkın gözlerle bakarken kadife dalgalardan gözlerimi alamıyordum. Nefesim kesilmeye başlamıştı. Fakat son nefesime kadar var oluşumu anlatacaktım.

 

“Beni öldürdüğün yerdeyim.

Ve hep öyle kalacağım.

Bana dokunduğun ellerinden öleceğim,

Seni sevdiğim yerden öldür.”