Ne öğrendim? Buyrun, duvarlara çarpan Beethoven tınıları ve bir kupa da ananas-açai çayı ile anlatayım. 


Şimdi görmeye başladım. Nasıl değersizleştirildiğimi, zamanında vermediğim tepkilerin içimi nasıl yaraladığını, kendimi gözetmenin ne demek olduğunu anladım. Tüm bu anlayışın en çarpıcı noktası ise eylemlerime dikkat etmezsem yine karanlıkta kalacağımdı. Hem de çöp dolu bir çukurda. Yeni bir yılın ilk ayını bitirdiğimiz şu gecede, 25 yaşımın tam ortasında, 25  yıllık birikmiş çöpü dökmeye çıktım bu gece. Pandora’nın kutusu açıldı. Bu kez kötülükler değil, tüm sırlarım ortaya çıktı. Tüm noktalar bir çizgiyle birleşti ve o yeni binanın ilk temeli atıldı. Ondan geriye sekizde kendimi gözetmenin ve eylemin gücü var. Tam olması gerektiği gibiyim. Zamanla kurduğumuz çarpık ilişkinin dışındayım. En iyi bildiğim şeyi yapıyorum; kendimi, sadece kendime, duygularımla ifade ediyorum. Objektifim şimdi daha net. Zihnimin fotoğrafları artık daha çarpıcı. Benim merkezinde olmadığım her şeyi bir tarafa bırakıyorum. Bu duraktan otobüs geçmiyor artık. İçten içe zaten hiç gelmeyecek olduğunu bildiğim bir otobüsü beklemiş, durmuşum. Yeni değil, eskisini daha da iyileştireceğim hayatıma kadeh kaldırıyorum. Sınırlar çizildi. Şubatla beraber bugün ilk kar geldi buralara. Soğuk, işte şimdi gerçek. Ben gerçek olanın peşindeyim. Benliğim gerçeği aramanın ve bulmanın tutkusuyla yanıp tutuşuyor. Nedir o tutkuyla aranan gerçek? Şimdilik bu duraktan otobüsün geçmediğidir. “Biliyorum.” Ben yola çıkmak için otobüsün geçtiği başka bir durağa gidiyorum. 

   Suyun akış yönünün tersine yüzdüm durdum bir süre. Yüzme bilmediğim yetmiyormuş gibi bir de. Hissettiklerim içimden yüreğimi yararcasına geçiyor, bir anlam, bir karşılaşma bekliyordu. Bir hafta öncesinde gelişen olaylar ve dün yaşananlar, aylar boyu süren bir yolculuğu bitirdiği gibi, tüm hayatıma da sirayet etti. Ruhsal yolculuğum beni, bana hatırlattı. Kendime geldim. Bana gelenlere de -yaşam tarafından- teşekkür ederim. 

   Omurgamdaki varlık sancısını alan kendimle olan barışım, bir savaş başlatmış en derinlerimde. Bir çukurun içinde uzun süre kalmış, aşağıdan yukarıya, ışığa bile bakmamış sadece karanlığı görmüşüm. Işıktan karanlığa dalmak bizi kör eder. Önce hiçbir şey göremez, ne olduğunu anlayamayız. Karanlıkta olduğumuzu ancak gözümüzün ona alışmasıyla anlar, sonra onun içinde de görebilir ve hareket edebilir hale geliriz. Karanlıkta da yolunu bulmak güzeldir elbet. Ancak bir denge için yeniden ışığı görmek, onu unutmamak gerekir. Kavramlar ancak zıt anlamlarıyla var olabilir. Ben varlığı sadece karanlıkta bulup bir süre ona alıştım. Işığın varlığını yok saydım. Oysa şimdi yavaş yavaş kafamı yukarıya kaldırıyorum. Çukurdan atlayıp geçen insan ayaklarını görüyorum. Bazen çukura çöp atıyorlar, çoğunlukla izmarit. Yüzüme düşen çöplerle yine de onlara bakıyorum. Ayaklarımın altında o çöpleri biriktirerek. Çukurdan çıkmazsam çöpten bana da yer kalmayacak. Yüzümü şimdi ışığa çeviriyorum. Birden gelen karanlık nasıl görme yetimizi bizden alıyorsa ani ışık da bizi kör eder. Görmenin iki ayrı yüzü olan ışık ve karanlığın, ani etkisinin aynı olması da ne garip.