Ben bir kelimeyim. Ne şekilde bir kelime olduğumun da bir önemi yoktu. Ben çoktan unutmuştum kendimi. Beni buraya yazan kişiyi de hatırlamıyordum. “O” diye yazmıştı bir de. Kocaman bir defterin arasına hapsetmişti beni. Ne zamandır uyuduğumu da bilmiyordum. Halimize bakılırsa yıllar olmuştu. “O”dan “Q”ya dönmüş gibi duruyordum. Uykuda dayak mı yedim diye düşünsem de ihtimal verememiştim buna. Defterin en ortalarındayım zaten. Bana sıra gelmezdi. Saçımın üzerine yatmışım desem “O” diye yazmıştı saç ne arar bende. Engel yenilmiş hesabın profilinde çıkan salak hayalete benzeyen tip gibiydim. Koca sayfada konuşan kimse de yok galiba diye düşünürken belki birileri vardır diye bağırdım.

“Hooooopp!”

“Hooooopp!”

“Sen de kimsin?”

“Sen de kimsin?”

“Ben sana sordum.”

“Ben sana sordum.”

“Ben bilmiyorum kim olduğumu. O yazmış sadece. Sen kimsin? Uzatma da cevap ver.”

“Ben bilmiyorum kim olduğumu. O yazmış sadece. Sen kimsin? Uzatma da cevap ver.”

O an anladım ki bir tane daha ben varmış o sayfada. Kendi konuşmamı başkasının konuşması zannetmişim. Aklımda birçok soru olsa da ilk hedefim oradan kurtulmaktı. Kendimi de merak etmiştim. Buradan kurtulduğum an her şeyi öğrenirim umuduyla sorularla meşgul olmak istemiyordum. Uyandığıma göre beni kim okuyor ve nerede sorularından başka sorum olmamalıydı. Etraf güzeldi. Bir ağacın gölgesindeydik. Rüzgâr esse yine uykuya dalacaktık belki de demeye kalmadan rüzgâr da esmeye başladı. Umarım yeniden uykulara dalmam ve buradan bir an önce kurtulurum diye düşünüyordum. En azından kim olduğumu ve neden orada olduğumu hatırlamam gerekiyordu. O sırada rüzgâr bizi yeniden uykuya sürüklemek istese de bir el uzandı. Sonra yavaşça yüzü geldi. Tanıdım. Sınavdaki boşluk doldurmaya da beni hapsetmişti. Evet, bu sevdiğim insandı. O zaman “Q” harfine benzememin sebebini gözyaşları zannettim. Bu zannediş gözlerini görene kadar yani çok kısa sürdü. Ağlamayı geçtim de bir damla bile gözyaşı dökmemişti. Seslendim. Konuşmaya çalıştım ama duyuramadım kendimi. O konuşuyordu ama hiç iyi şeyler de duymamıştım. Ne zamandır fırsat bulamadığını, bu defteri yakmanın zamanının geçtiğini buna rağmen hiçbir şey için geç olmadığını söylüyordu. Beni korku sarmıştı. Sesimi duyurmak için bağırmaya başladım. İlk olarak toprağa kazıdığım ismini o an boğazım yırtılırcasına haykırdım. Ben haykırırken o çoktan “Hoşça kal.” demişti. Nasıl hoş kalacağım, bu mu hoştan anladığın diye bağırırken yavaş yavaş ısınmaya başlamıştım. Umudum tükenmişti. Bu sebeple son kalan umudum “Görüşürüz.” dedi. Oysa ben de “Hoşça kal.” diyecektim bir daha dönmemek üzere ama o an ağzımdan çıkıverdi. Tutamadım.

Her şey yanmıştı. O defterin içinde kaç tane daha ben yanmıştı bilmiyorum. Bana rüzgâr yardım etmişti. Etrafım tamamen kül olmuşken hatta “Q” harfine benzeyen kuyruğum bile yanmışken ben kaldığımda rüzgâr beni savurmuştu. Bu arada o kuyruk virgülmüş de bana bağlanmış kalemi kaydırdığı için. Son anlarında fark etmiştim. Rüzgâr beni bir süre ateşin üzerinde dolaştırmıştı. Yanmaktan çok korktum. Savrulurken kendisi farkında olmasa da omzuna kondum. Cennete ölmeden düşmüş gibiydim ama sanırım benden çok tane ölmüştü o gün. Acaba başka defterlerde nasıl yaşıyordum? Şimdi bir çöp kovasının altına attı beni rüzgâr. Yağmur yağıyor. Küçük bir su birikintisine yenik düşmeden anlatayım dedim. Ateşe ölmesem de birkaç damla suya boğulacağım. Bu arada hatırladım. Ben, “Burhan” olan o kelimeyim. Diğer benlere ulaşırsonoz bondooonn…