Yeşil ezginliklerin sürüdüğü sıcak,

mavi dorukların soluğu ötede…

şıngırdayan demire bak, yosunlu taşa…

Zümrüdü kanatacak yüzük, biliyorum.

Ortaçlı ve kıvrak şavkın altında ben

Korularda kaybolup gidecek miyim?

Neredeyim ben, bilmiyorum

 

Kurtar beni bu kıraçlığımdan hemen

Sıcak yalnızlığımı kan diye anlıyorum.”

 

Bıraktı kalemi sonra, dayanmadı

Titrek alevin yunduğu her şey esnedi

yumru ve esnek, sıcak ve çığıldı…

Uğuldadı çatkı kamışın gölgesi

bir ruhu arkasında bırakacak gibi

ardına çevrildi aniden :

kartal ve hüthütler uçuştu kafesten geçip

gül ve dikenler düştü tüylerinden

Muhakkak bir yanı olmalıydı aziz

koştu bir tüyü yakalamak uğruna

avuçladığı tüyler savrulup  

gidince,

sımsıcak bir kan doldu eline

Uyandı, bu düşe bir nazire yakıp

 

“ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı”