Öğretmen olarak yıllar sonra geldiğim köyümde sevinç ve heyecan ile karşılanmıştım. Köyüme dönmek istememin sebebi ise çocukken ailemi kaybettiğim depremde köylülerin beni enkazdan çıkarıp sahip çıkması oldu. Biraz hoşbeş ve geçmişi anmak veya geçmişe sitem etmek ile devam eden hoş sohbetler eşliğinde geçen birkaç günün ardından yeni görev yerime başlamıştım. İlk başlarda her şey çok güzel gitmiş, köy halkı el ele vererek köyün yıkılmaya yüz tutmuş okulunu onarıp yeniden ayağa kaldırmış, köyde okuma çağına gelen bütün çocukları okula yazdırmaya başlamışlardı.

Ancak her güzel şey, sonunu büyük bir yıkıma bırakıyordu. Biz tek yürek olmuş eğitim öğretim işleriyle uğraşırken karşı köyde açılan bir maden ocağı, köy halkına daha cazip gelmiş olacak ki köy halkı çocuklarını okuldan alıp bu madende işe koymaya başlamıştı. Birkaç ay önce neşe içindeki çocukların sesleriyle yankılanan okul, şimdi sessizliğe mahkûm kalmıştı. Okula kayıtlı olan talebeler artık havalar güzel olduğunda tarlada çalıştırılıyor, yağmurlu ve karlı havalarda okula geliyordu. Diğer çocuklar ise iyi bir eğitim alıp hayatlarını daha güzel yaşamaları gerekirken maden ocağında çalıştırılıyordu. Köy halkına her defasında bu yaptıklarının yanlış olduğunu, çocuklarının hayatlarına ne kadar büyük bir zarar verdiklerini anlatmaya çalışıyordum. Köyde benim ile aynı fikirde olanlar bu yanlıştan dönüp çocuklarını tekrar okula göndermeye karar vermiş olsalar da maden ocağının yetkilileri ailelerin akıllarını çelmeyi başarmış ve çoğunluğu sağlayamamıştık. Çocuklarını okula göndermeyen diğer aileler ile de görüşmeye devam etmiş olsam da okulun, okumanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışsam da gözlerini para hırsı bürüyen bu insanlar laf anlatılamayacak duruma gelmişlerdi. Artık işler iyice karışmış, çocuklarını okula göndermeyip maden ocağında çalıştıran aileler benimle selamı sabahı da kesmişlerdi. Sonunda köyün huzurunu bozduğuma dair haberler çıkmaya başlamış, dahası iş Milli Eğitim Bakanlığına şikayete kadar gitmişti... Bakanlığın benim için gönderdiği müfettiş konuyu araştırmak için köye gelmiş, hem maden ocağı yetkilileri hem de köy halkı ile görüşüp bir rapor hazırlamıştı. Haklı olduğuma o kadar çok inanıyordum ki müfettişin aksi bir karar vermeyeceğini adım gibi biliyordum. Lakin işler istediğim gibi gitmemişti. Maden ocağı yetkilileri ile görüşen müfettişin yetkililerden rüşvet aldığını gören birkaç köylü bu durumu bana anlattıklarında ne kadar haklı olduğumu unutup ne ceza alacağımı düşünmeye başlamıştım.

Müfettişin raporu bittiğinde bakanlık, beni yeni bir okula tayin etmişti. Yeni gideceğim köy şimdi ki köyümden çok uzakta bir sınır kasabasındaydı. Biraz araştırma yapınca bakanlığın beni sadece yaşlı nüfusunun olduğu, kısacası hiç öğrencisi olmayan bir okula tayin ettiğini öğrenmiştim. Bu durum beni aşırı derecede sinirlendirmiş ve sonunda bütün köy halkını etrafıma toplayarak son bir defa daha konuşmak istemiştim.


Etrafıma büyük bir kalabalık toplayıp bağıra çağıra “Bu yaptığınız yanlıştır. Hepiniz hırsız ve katilsiniz. Üç beş kuruş para için o çocukların hayatlarıyla oynuyor, en verimli çağlarını çalıyorsunuz” dedim. Beni dinleyen kalabalık bunları söylediğim kişilere dönüp koca bir yuh çekti, hatta yüzlerine tükürdü. Nihayetinde durumu anlatmaya çalıştığım insanlarla karşı karşıya kalmıştık. Bana dönüp “Keşke böyle yapmasaydın, bu yaptığın yanlış oldu.” dediler. Gene hatalı ben olmuştum. En ince ayrıntısına kadar anlattım. Anlamadılar, en son onların anlayabilecekleri gibi anlatmayı seçtim. Tarih gene tekerrür ediyordu. Doğru söyleyen dokuz köyden kovulmuştu.