Kitabı bitirdikten sonra, eğer onun hakkında okuduğumu yazmazsam, altını çizdiğim her kelimeye haksızlık etmiş olurum diye düşündüm. Çevirisi biraz ağır ve zor da olsa sayfalarda ilerledikçe altını en çok çizdiğim kitaplar arasında yer alacağını fark ettim. Yaklaşık iki yüz yıl öncesinden seslenen filozofun bazı cümleleri; kitaplar, yazmak, okumak ve yaşam hakkında yeni pencereler açsa da kendisine katılmadığım bazı noktalar da oldu.
Örneğin okumak hakkındaki fikirleri kafamı karıştırdı. Çok okumanın insanın düşünme becerisine zarar verdiğini söylediği satırlarda kalemimi durdurmam gerekti. Yazarın çok okumaya mı yoksa okunanların zihin tarafından işlenmemesine mi daha büyük eleştiri getirdiğini tam olarak çözemedim. Filozof; kitap seçiminin önemli olduğunu, kötü kitapların zihnimiz için zehir gibi olduğunu ve aklımızı harap ettiğini belirtiyor. Üzerinden bir cismin ağırlığının eksik olmadığı çelik bir yay gibi, başka kimsenin düşünceleri tarafından üzerine baskı uygulanan okurun da esnekliğini kaybedeceğini savunuyor. Okunan şeylerin, derin düşünme ile hazmedileceğini, aksi taktirde, düşünmeden, sürekli okunduğu zaman, okunanların kök salmayacağını ve kaybolacağını söylüyor. Elindeki bilgi yığınını işlemeyen ve düzenlemeyen insanı, düzenli bir kütüphane kadar kullanışlı ve yararlı olmayan, zengin ama dağınık bir kütüphaneye benzetiyor. Ben de kendisinin sözünü dileyerek, kitabı zihnimdeki kütüphane raflarında hak ettiği yere yerleştiriyorum.
“Ruh zenginliği yegâne zenginliktir”
Kitabın en sevdiğim bölümü ise yaşamla ilgili olan kısmıydı. Bu bölümde insanların mutluluğu kendi içlerinde olduğunu, içinde zengin olan insanın aydınlık, sıcak ve mutlu bir yuva olduğunu, bundan yoksun olan insanın ise karlarla kaplı soğuk bir Aralık gecesi olduğunu söylüyor. Sıradan insanların mutluluğu; mal mülk, şan şöhret, kadın, dostlar, cemiyet gibi kendi dışındaki şeylere bağladığını, bunları kaybettiğinde de mutluluğunun temeli çökeceğini iddia ediyor.
Akıllı insanların, sessizliği ve boş vakti, sakin ve mütevazi bir hayatı tercih edeceğini hatta büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçeceğini, zamanın “harcanan” değil, kullanılan bir şey olduğunu ve basitliğin dehanın işareti olduğunun üzerini çiziyor. Ben de bu satırların üzerini çiziyorum;
“Bir insan ne kadar kendi kendine yeterse, başka insanlara o denli daha az gereksinim duyacaktır.”
“Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarını düşünürler, herhangi yeteneğe sahip insan onu kullanmaya çalışır”
“Basitlik her zaman sadece hakikatin değil, fakat aynı zamanda dehanın işareti olarak da kabul edilebilir”
Umarım bu yazıyı okuyan herkes; soğuk bir Aralık gecesinden, kendi içindeki sıcak ve aydınlık yuvaya girip paltosunu astıktan sonra, gerçeklik kadar sade ve küçük köşesini keşfeder ve ruhunu özenle büyütür.