İnsan geçmiş-gelecek-an denkleminde üç hayatı birlikte yaşar. Bu bağlamda insan var oluşsallığı her an geçmiş-gelecek-an bağıntısında yeniden kurulur ve dağılır. Bu yüzden varlığın ve yokluğun oluş-bozuluş hikâyesi daimi bir olasılık tekrarı içindedir. Ve hayat-ölüm bu olasılıksal evrenin köklerinden filizlenerek yaşamak denilen çatı kavram içinde kendini önce kendine daha sonra zihinlere en sonda eylemsel formlara kendini açarak kendiliğini kanıtlar. İşte bu yüzden deneyimlerimiz ve tercihlerimiz birçok yaşamsal denklemi çözdüğü gibi aynı anda yeni denklerin kurulmasını da sağlar. Böylelikle de evrim dediğimiz olgunun gerçekliğini ortaya koyar. Ya da bu düşünsel eylemin tam tersi olması da anlaşılabilir. Sabit bir çizgide yürüdüğümüzü ve bu sabitliğin sunduğu done ve dominler üzerinden kendimize ait hissettiğimiz erdemleri de gün yüzüne çıkartır. Peki bu kaos ve düzen iç içe bu kadar geçmişken birey-toplum ikilemi hatta bu ikileme bir üçüncü olarak inanç düzeyinde metafiziksel örüntüleri de dahil edersek o zaman nasıl ve ne üzerine cümle kurabilir miyiz? Kısacası kesinlik dediğimiz şey aslında flu bir alansa ve her gerçeklik ya da doğru dediğimiz tamamıyla bir safsatadan ibaretse o zaman canlılık namına izleyeceğimiz yol ve yöntemler daha baştan kokmuş ve kokuşmuşsa yani yeni diye vaaz ettiğimiz her şey sadece eskinin farklı örgütlenmesinden ibaretse... O yüzden körü körüne bağlanma ve adanmışlık gibi tutum ve davranışlar açığa çıktığında aslında yoksa ve bir kandırmacaysa... Ve bunun gibi yığınlaşan o kadar çok şey var ve yok ki!
Sonuç olarak; yaptığımız, yapacağımız ve yapmış olduğumuz her davranış ve söylem yok kadar var, var kadar yok olduğu için, aslında tamamıyla eksik ve tamız. Bu yüzden de hikâye bizle bitmeyecek. Devam edecek. O yüzden hikâyenizi, kelimelerinizi ve cümlelerinizi seçim ve tercih aşamasında tüm olasılık bağlamında düşünmek zorunda olmanın yorgunluğu ve yılgınlığı içinde geçen zamanınızın değerini bilin. Ve yürümeye devam edin.
Dizi Önerisi: The OA