Uzun ve kır saçlarını geriye yatırarak silkindi. Hemen karşısında yaşlı bir meşeden yapılmış piyanoya yürüdü.

Ceketinin iç cebinden çıkardığı nemli tütünü yaktı. Sigara, dudaklarında tükenirken nasırlı parmakları o eski tınıyla dans ediyordu. Gözlerini kapattı ve bir şeyleri anımsar oldu. Baharları, ilk gençliğinde yeni uzamış saçlarıyla sonsuzluğa koştuğu baharları...

Hatırlamaktan çekindiği meseleler vardı. Eski bir edebiyat aşığıyken, henüz toyken ilk yazdığı romanının çokça satılıp üstünde yorumların yapılacağını sanırdı. Umut etmenin sonsuz ve sonuçsuz bir çaba olduğunu anladığında çok yaşlanmıştı artık.

 

Bir an duraksadı ve "Bu saçmalık da neyin nesi, ne yapıyorum ben!" diyerek ayağa kalktı. Yanı başında, rafta dizilmiş kitapları bahçeye çıkarıp yere fırlattı.

Hemen sonra büyük bir öfkeyle yakıverdi hepsini. Kitapların kül oluşunu seyretti uzunca bir süre.

Cebinden çıkardığı son sigarayı da Oğuz Atay için yaktı:

"Yalan okunmamış kitaplarım, yalan anlaşılmamış cümlelerim. Şimdi bana miras kalan, ölmüş bir edebiyatın yasını tutmak..."