Bugün içimden bir parça kopuyor gibi hissediyorum. Sanki bu parça hep bu anı beklemiş, zinciri koparılmış köleler gibi büyük bir hevesle kaçıyor benden. Bu parça, sadece bir parçadan ibaret değil. Bu parça; masum, yalın ayak çocukluğum, umudun kıyısından geçmeyen gençliğim. Görmediğim, göremeyeceğim bir parça. Varlığını derinliklerimde hissettiğim ama ulaşamadığım, ulaşmamak için yıllarca çabaladığım bir parça. Ölü diyarlarıma uğrayan herkesin boğulduğu o derinlerde, saklanırken kaybolan bir parça. Sahiplenemediğim, unutmak için kefen yerine ölü bedenler giydirdiğim bir parça. Bu parça benim değil. Bu parça öldürülen çocukluğumun. Benim değil...


Gönül kapıma vurduğum kilitlerin bir bir açılışını izledim bugün. Ulaşılmaz, layığı olmayan o muazzam sevgimi (!) sakladığımı sandığım gönlüm, meğer uğrayanı olmayan bir mezarlıkmış. Etrafını yaşayan ölülerin çevirdiği tek mezardan oluşan bir mezarlık. Çocukluğumu gömdüğüm yer... Ve yalnız kalmasın diye yanına attığım yaşayan ölüler... O yer, sevgi dolu sandığım yer, savaş alanıymış. Bilmiyordum.


Hepsi tek tek çıkıyor şimdi, kırılan kilitlerin ardından. Öyle canım acıyor ki... Sanki evim yanıyor, yere yıkılmış gözyaşlarımı topluyorum. Yetmiyor, söndüremiyorum. Sesimi kaybediyorum, düşüncelerim acıyor, duygularım alev almış. Bu yangın... Bu alevler... Gönlümün yeniden doğuşa hazırlığı mı, bir intikam mı yoksa ölü diyarlarımdan? Bilmiyorum. Gözyaşlarımı hesaplıyorum, kilometreler ediyor.