Rahmetli Nadire Kadın; duayı ve küfrü harmanlayan diliyle, huysuz küçük bir kadındı. Tombul yanakları, yeşile çalan gözleri ve küçük bedeniyle güzeldi, babaannemdi. Zor bir kaynanaydı. Sınırları zorlardı. Aklın intihara yanaştığı olaylar canlanırdı evimizde. Bizle yaşardı. Bir yaşam, kadın, Nadire. Genişçe bir aileydik. Geniş bir evimiz, dar alanlarımız vardı. Çekişmeler, gülüşmeler, bağırış, bekleyiş. Olması gerektiği gibiydi. Kavgasıyla, uykusuyla, kahveli neşesiyle hayatın özetiydi.


Farklı âdetleri vardı. Bir fistan, etek veya ayakkabı alınca önce üzerine basardı. İlk mührü o vururdu eşyasına. Söylediğine göre bu, eşyaya (maddeye) önem vermediğini gösteren bir davranıştı. Eşya kişiden üstün olamazdı. Ters duran terlikleri düzeltir, haftanın bazı günleri tırnak kesilmesini istemez, kesene köpürürdü, birkaç da küfür üfürürdü. Aniden parlayıp dindiği olurdu. Bir kahve molasıydı ilacı. Sabun kullanırdı. Arap sabununun onu kadın yaptığına inanırdı. Kadınlığını onun kokusundan, tazeliğini dokusundan aldığını söylerdi. Arapça bir deyişle pekiştirirdi sözlerini: “Sabuni, seyfitni kaduni.” Buna inanırdık ki o sabunla yıkanırdık. Yemyeşil, kare, zeytinyağlı sabunla…


Zamanla ettirgen eylemleri arttı. Aldırdı, bağlattı, kestirdi, sildirdi, saydırdı, yıkattı. Bir özne olarak gayet çalışkandı. Ağladı, güldü. Gün oldu, öldü. Geride sözleri, çocukluğu, alışkanlıkları, küfürleri ve duaları kaldı. Birkaç anı parçası kafamdan silinmedi. Az önce evin önünden geçen cenaze konvoyu bu anılardan birini çağırdı.


 Köye cenaze alayı gelirken ölünün arkasında kaç araç olduğunu merak ederdi. Üşenmezdi, tek tek sayardı. Neden saydığını da söylemezdi. Kısa filme yaklaştığını bildiğinden mi, filmin küçük kahramanı olacağından mı, bu filmleri çağına yakın bulduğundan mı? Nedenini bilemezdim, tahmin edebilirdim yalnız. Hüzünle, iç geçirerek ve fısıltıyla. Sayı üstüne sayı katar ve son araç geçinceye kadar sürdürürdü bunu. Yol boşalınca sonucu söylerdi. Sayı fazlaysa sevilen/sayılan; azsa gariban diye yorumlardı. Ve kendi cenazesine kimlerin, kimlerle, ne kadar geleceğini düşünürdü bir anlığına. Bu bir ölçüydü onun için. Yaşamın ölçüsü. Bir çeşit tartıydı ölüm.


Ölüm her yönüyle öğreticidir, diyorum kendime. Önce eksiltir aramızdakileri. Sonra insanları birleştirir evde ve meydanda ve mezarda. Dualar, çiçekler, eşarplar ve gözyaşı. Ağlak mekanlarda zaman yürür. Rutin değişir bir süre. Çünkü ölü taze. Önemsiyorum bunu. Birlik duygusundan değil. Gerçeği sunuşundan, dilinden, sessizliğinden, zihni uyutmasından ya da ateşlemesinden önemsiyorum.


Kaç ölü geçmeliydi evimizin önünden? Ne zaman ve nasıl ölmeliydi insan? Toprağı var mıydı? Ya eşyası? Evli miydi, bekar mı? Yalnız mıydı? Ne düşündü, hüzün nesi olurdu? Bunları düşündüm araçlar sesli sesli duyururken ölümü. Bu soruların yanıtı bende yok. Hesabım iyi değildir babaannem kadar. Fakat bir tutam saç düşmeli alnına ölünün. Sevdiğinin sevgili saçları. Bir tutam yeter huzurlu bir yolculuk için.


O bir tutam da kaçtır, kaç eder, bilmem.