galaksinin yıldızsız mağarasında bir sevgi vahyinin inmesini bekliyorum

bir dostu selamlıyorum göğün maviliğinde

dostu sevgiliyi

kasımpatısız yorganın en dış kısmıyla örtüyorum

rakıyı susuz seviyorum ve tanrılar katında acılar içinde inlemeyi

birkaç renk bulaşıyor yalnızlığın koyu siyahına

istemiyorum hiç istemiyorum

yolda yürürken kedilerin başını okşamayı seviyorum

biraz da onlara ağabeylik taslamayı

en nihayetinde evime dönüp bir yastık dolusu yatağın

boş kalan kısmını hiç sevmiyorum

hatırlıyorum

bir keresinde tek kişilik bir yatağın üzerinde

gözlerinden güneşi okuduğum bir kadınla öpüşmüştüm

tanrım

bu yüzden mi izin vermiyorsun mutluluğa

bu yüzden mi hiçbir şiir mutluluğu anlatmıyor

şimdi soluksuz bir dizenin mezar taşına benzeyen beyazlığında

kuşlar uçmuyor

her nasılsa yeşil bir ipte yalnızlık çarşaf gibi

rüzgâra doğru asılı duruyor

bir çift göz ve ışıksız bir odanın göz kamaştıran karanlığında

görünmeyen aşklar yaşanıyor

kitaplar dolaplarda ve komodinlerde sararan yapraklarını

en baştan binbir şekilde yeniden yazıyor

ve en baştan hiçbir şey her şeye kavuşamıyor


bu nasıl baştan savma bir şiir tanrım

oysa nasıldı ufak bir zamanın soğuk sıcak kıvamı

filmler baştan oynamıyor

hiçbir film gerçeği aklımın karlı sabahından çekip almıyor

bir çift göğüs ve esmerliğinde gök teninin

hiçbir sevişme seni yaşamayı günah yapmıyor


biraz çiçeklerin renk cümbüşünde karıncalanıyor gözlerim

en baştan bir güzelliği

güzelce yalnız

maviler bir renk değil görüyorum

renkse yalnız senin renklerin


şimdi beyaz bir üst ve dudaklarındaki pembe rengin

bir anın o gülümsediğin ufacık bir anın 

gözlerime indirdiği perdenin arasından sana bakıyorum

sahnelerde oyunlar sergilenmiyor

ve sergiler beni en baştan yere seriyor karşında

duramıyorum

bakıyorum boynunda benim izim yok

o öpülen dudaklarda bana neşeli sözcükler yok

ve neşe belki de prangaya vurulmuş bir mahkûm silüetinde

göğü andıran teninin esmerliğinde kamaşıyor gözlerim

en baştan seni

seni yalnız

tüm bunlar bir renksizlik değil görüyorum

renkse yalnız senin renklerin


adım adım yaklaşıyor bir ölümün ironisi

hiçbir ölüm provası

ve hiçbir ölümsüzlük hissi

bugün parmaklarıma sana koşarken çelme takmıyor

düşmüyor kelimeler ve uçuyor serinliğinde

uçuyor bir kuş yalnızca seninle konan bir pencereye

konmak dal dal

ve erimek bir kar gibi

nerede arayacağım seni bulmak isterken

beni nerede bulacaksın ölmekten başka


renkse tüm bunlar

yalnız senin renksizliğin