17 karanlık yıl. Sonunda en son içeceği öz suyunu keyifle yudumladı. Ön ayaklarıyla toprağı kazmaya başladı. Sonunda yeryüzüne çıkmayı başardı. İki iri petek gözünden başka alnındaki üç küçük nokta gözleri de iri iri açıldı. Güneş, sıcaklık; bu hava içini açmıştı. Kısa antenleri daha da sertleşti. Dikkatlice etrafı izliyordu. Yeşillik, kocaman ağaçlar, masmavi gökyüzü, ışıl ışıl bir güneş. Demek dünya dedikleri buydu diye düşündü. Çimenlerin arasından arka bacağının da yardımıyla hızlıca zıpladı. Etrafta gezinerek çalışan hayvanları izliyordu. Özellikle karıncalar öyle çok çalışıyordu ki şaşırıyordu. Zıplarken bir ağustos böceğiyle karşılaştı. Öyle güzel iri iri gözleri vardı ki son kalan ömründe sadece gözlerini izleyebilirdi. Arka uzun kanatları vücudunu öyle bir sarıyordu ki keşke birbirimize böyle sarılabilsek diye düşünmeden edemedi. Bu sırada dişi ağustos böceği söğüt sürgününün filizine hortumunu batırıp özsuyuyla besleniyordu. Böcek yavaşca yaklaşırken karnının altındaki gergin zarı titreterek ses çıkarmaya başladı. “Güzel böceğim, ömrünüzü bana feda eder misiniz? Ölümünüzü benimle layık görür müsünüz?” diye sordu. Dişi böceğin sesini çıkarmayacağını biliyordu. Sadece baktı, küçümser gibi gülümseyip önüne döndü. Böceğin kanatları büzüştü, antenleri düştü. Arka bacaklarının yardımıyla yürümeye başladı. Başka böceklerin zıpladığını, şarkılar söylediğini farketti. Başka böceklerle dans ediyor, eğleniyorlardı. Belki bende de işe yarar diye düşündü. Bir iki hafta kadar şarkılar öğrenmeye çalıştı. Melodiler ezberledi. Dişi böceğin etrafında gezindi. Dişi böcek ise her seferinde sadece gülüp geçti. Haftaları sadece şarkılar söyleyerek ve boş boş dolaşarak geçmişti. Çalışan böcekler ona acıyan gözlerle bakıyorlardı. Kış yaklaşıyordu ve o açlıktan ölecekti diye düşünüyorlardı fakat zaten böceğin artık son haftasıydı. En güzel ve son bestesini dişi böcekle paylaşmaya karar vermişti. Gündüzleri daha dikkatli olup yaprakların arkasına saklanması gerekirdi ama o dişi böceği etkilemek için zıplamaya başladı. Beslenen dişi böceğin yanına gitti. Ağzıyla bir çiçek koparıp önüne koydu. “Güzel böceğim, güneş ışığım. Sen benim ömrümün son bahçesisin. Kısacık ömrümü sana adıyorum. Ölümü sana layık görüyorum. O kadar güzelsin ki senin kanatlarınla ölüme uçmak istiyorum.” diye sayıkladı böcek ve sonra mırıldanmaya başladı. Dişi böceğin hoşuna gitmişti ama naza çekmeyi tercih ediyordu. Gülüyordu. Karşısında dans eden ağustos böceği keyifle dönüyordu. Bu sırada gökyüzünden uçan bir kuş, böceği gördü. Hızla üzerine uçtu. Böcek bunu farkettiğinde her şey için çok geçti. Kuş yere konup ve böceğin kanatlarını ağzıyla tutmuştu. Kanatlarını koparıp yere fırlattı. Dişi böcek korkuyla olanları izliyordu. Kuş uçup gidince zıplayarak böceğin yanına geldi. Onu kanatlarıyla sarsıp kendine getirmeye çalışıyordu. Sesinin çıkmayacağını biliyordu ama içten içe çığlıklar atıyordu. Bazı çığlıkların sesi hiç çıkmaz, bazı böcekler ise hiç kavuşamazdı. Bu sırada ağustos böceği gözlerini zar zor açık tutuyor ve son nefeslerini veriyordu. “Ölümü bana layık görür müsün güzel böceğim?” diye sordu son kez. Dişi böcek onu kanatlarıyla sardı ve ölüm öpücüğünü kondurdu. İkisi de birbirini kanatlarıyla sarıp gözlerini yumdular.