Ölüm:


Sevgili Ölüm, sana oldukça dürüst olduğun için belki de dünyanın en dürüst en net kavramı olduğun için teşekkür ederim. Fani olsam bile ölmeyecekmiş gibi yaşayışımın yanında her gün sayısız ölümün yaşandığını da biliyorum ama sen her gelişinde ben biraz daha ürperiyorum. Ürperiyorum ama aynı zamanda olağan karşılıyorum gittikçe. Hatta ölüm seni giderek daha çok arzuluyorum. Çünkü dahiyane bir sessizliğin var senin. Soğukluğun bir yana, tüm gürültüleri yok eden derin bir boşluğun, bilinmeze olan aşinalığımı artıracak yanların var senin. Bunları giderek daha iyi anlıyorum. Sevgili ölüm, sana dünya gözüyle bakanlar senden nefret ediyorlar. Ben de dünyalıyım ama bana kendini çok iyi anlatıyorsun gibi geliyor. Bir şeyler anlatıyorsun, belki bazılarını hâlâ umursamıyorum ya da farkında değilim ama mesajın dünyanın her yerinde her dakika yenileniyor. Hayat ışık hızıyla, neonlarla, köprülerle, milyon insanın arasında milyar eskiyen anılarla dolup geçiyor. Gözüme çarpıp beni daldığım noktadan bir an için olsa da uyaran bir ışık varsa o sen oluyorsun ölüm. Senden hakkımda hayırlısını dilemeni istiyorum. Sen geldiğinde kafamda ve kalbimde, ruhumda ve mantığımda her şeyi halletmiş olmayı diliyorum. Hoşça kal ölüm.


Sevgi:


Sevgi denilince içimde taraflı bir yan biliyorum. Oradan tanıyorum seni. Taraflı diyorum çünkü karşılıksızca her şeye rağmen ve nedensiz sevmek ruhuma işlenmiş bir şey gibi. Öğrenilir misin yoksa en baştan beridir içimizde misin? Bu anlatılması alegorilerle sağlanacak bir şeymiş gibi geliyor bana. Yani sevgi, seni anlamak için hayata birkaç kez daha gelmeliyim. Paris'te belki Milano'da sonra Afrika'da şu anki bağlarımdan kopup bambaşka bağlarla sevmeliyim hayatı. Baget yahut makarna veya Baobab hiç fark etmez. Asıl istediğim ben bu dünyada sevmeyi yani seni seçtim mi? Seçtiysem ve buna hiçbir dış etken etki etmediyse bu çok garip. Seçmediysem anlam yüklemek zorundaymışım gibi hissediyorum sevgi. Ve beni çoğu zaman incittiğini söylemek istiyorum. Senden içimde çokça var ama bazılarına uğramadığını görüyorum, onlara uğrarsan belki dünya senin sayende daha senli olacak. Yine de suçu sana atamam sevgi. Belki gayet de ortada öylece barizsin ama vurdumduymaz bir yapısı var insanların, onları bazen kendinle sınadığını düşünüyorum kendinden vermeyerek veya çok veriyorsun da kıymetini bilmiyorlar. Sevgi, bana en bildiğin, en huzurlu tarafınla gel. Bana bu karmakarışık, bu çıkmazlı duyguların içinden görünür bir yol aç. Aç ki yürüyeyim. Aç ki sana seninle inanayım.


Zaman: 

                          

Zaman seni duyunca hep geçmişimin artık benim olmamaya başlayan anılarını anımsıyorum. Anlar ve sadece belki sürekli hayatıma anımsattığım için işaretlediğim noktalar. Bunlar ve şimdi arasında gidip gelen zaman sen değilsin, benim. Ben bir zaman yolcusuyum aslında zaman. Bu işe seni algılamaya başladığım an başladım. Her gün çocukluğumla hayatımın son yılları arasında gidip gelen yedi yirmi dört bir işçiyim. Yoran bir iş aslında. Bir de seni parçalara ayırmaya başlayınca böyle bir sürü dönem çıkardım. Dosyalar halinde hepsi yerinde duruyor. Bir sürü şey söylediler senin hakkında. Hepsi uydurma diyemem ama bazılarına inandım. Mesela unutmak için sana başvuruyorlarmış. Bu tam bir safsata. Kafamda hâlâ unutulmamış şeyler var. Sonra sen algılarımı bozuyorsun. Einstein'la tanışmak isterdim. Bilmiyorum belki sen de tanıştın ama ben isterdim. Ona senin hakkında düşündüğü her şeyi anlatmasını isterdim. Böylece göreli bir şeyler varsa zamanda hayatımda hep göreli bir şeylerin olmasını sağlayabilirdim. Seni tasarlayabilmeme imkan sağlamanı isterdim zaman. Beni ipsiz sapsız bir boşluğun içine çekmeden önce hayatımı, yılların ay gibi geçmesinden alıkoyabilirdin o zaman.