Sesinde ölü hayatlar matinesi

Domine edilmiş mağrur bakışlar 

Sesinde alacaklılar,

Görülmemiş hesaplar, ayrıkotu ekili sevdalar var


Bir gün ölüm

Usulca dokunup söktüğünde canını

Bir Cudana tiradı atacağım semaya 

“Soyunun uğradığı bütün felaketlere yas tutacak kadar uzun olsaydı ömrün”

Heja olup “babamın suretini kuşanacağım”

Bir gün bir sigara yakıp uzaklara dalmaya sebepsizliğini kanıksamış olacak zihnim 

Yazgın seni taş ettikçe

Kuvvet sandığın bendine 

En ulu taşa bile köpeklerin işeyebileceğini fısıldayacak dilim


Ve elim yaşlı bir kadının toprağına son sorusunu soracak

Gergefine işlenen ruhun tınısıyla hangi şair yarışabilir ki

Hangi el pençe divan

Hangi sözün arsızı

Uçsuz bucaksız bir direnişin 

ve hep yılgın bir bekleyişin yansısı

Taşın ahdiyim ben, taşın aması

Taşın soyulan yüzüyüm.


Yüzüm

Yüzüm sulardan gelen serinliğe 

Yüzüm gidilmemiş diyarların nefesine

Yüzüm allı pullu giysilere dönecek o gün

Gerdanıma rüzgâr dolacak

Ödünç kahkahalar yankılanacak yazlık bir evin bahçesinde

Evimize baklava desenli hırkalar giremeyecek

Bisiklet ısmarlayacağım çocuk olamayanlara

Ve bir akşam yemeği sana, Timon’un sofrasında...