Rüya gibi bir anda, hiç tanımadığı insanların arasında, bilmediği bir yerde buldu kendisini. Yorgun gözleriyle etrafa bakarken gözüne yaşlanmış bir sandalyeyi kestirdi. Kendisine doğru yaklaşan adamın ayaklarına odaklanmıştı ki bunu bile unuttu. "Patron kızacak. Kaçıncı bu? Kendine gel artık. İş sırasında içme." dedi, garson. Şimdi hatırlamıştı canlı konserin eksik olmadığı yerde ucuz insanlara zevk vermenin onun işi olduğunu. Bu halde çalamazdı, bu yüzden bir şekilde kendini önce dışarıya, sonra taksiye attı ve evin yolunu tuttu. Bugün doğum günü olduğunu anımsadı. Doğru ya, 859 senedir her Güneş'in etrafında tam tur döndüğünde Dünya, bu tarihte beliriyor içindeki varoluşsal sancı. Yiyip bitiriyor içten içe kendini. İlk asrı devirdiğinde tüm dünya tarafından tanınan ünlü yetenek abidesi bir viyolacıydı. Nedeni bilinmez, ölümsüz olduğunu fark ettiğinde başladı çalmaya. Çok farklıydı o zamanlar. Bir tutku içinde şevkle dolar, çalardı. Fakat artık bir önemi yoktu, sanat değersizdi, kendini iki telin arasında anlatamazdı, kimse onu dinlemez, anlayamazdı, o bir kahraman değildi. Taksi durdu, parayı uzattı ve inerken sendeledi. Merdivenden çıkarken bir kez daha sendeledi, korkuluklara tutunmaya çalışsa da yapamadı ve düşerek bayıldı. Ölümsüz bir insanın değer yargısı bulunur mu, doğrusu ya da yanlışı olur mu, etik kurallara uyar mı? Hiçbir şeyin anlamı kalmayacağını düşünüyorsunuzdur. Evet, öyle de. Bir buhran içinde haykırmak istese bile duygularını, yapamaz. Gücü kalmamıştır çünkü artık. Gözlerini yavaşça açmaya başlarken vücudu yükselmeye başladı, pencerenin içinden evine girdi ve ne olduğunu anlayamadan bir ses yükseldi:

— Vaktin geldi artık.

— Sonunda, dedi ve gülümsedi.

— Kim olduğumu da merak etmiyor musun?

— Kimsen kimsin, al canımı da git hadi.

— Madem öyle, sen bilirsin. Yine de sana 36 saat süre. Sonra dilediğin gibi ölürsün.

İtiraz etmek istedi ama yapamadı, karşısındakinin ne olduğu bile belli değildi. Belki Azrail, Allah, hatta Hades... Bir anda telaşa kapıldığını hissetti. Ölmek istiyordu ama ölmesi için zaman tanımak... Bu ona bir şans verildiğini kanıtlar nitelikteydi. Asırlar sonra ilk defa eline kalem aldı ve bir beste yazmaya başladı. 36 saatte kusursuz bir beste yapmalıydı. İnsanlara anlatmalıydı. İnançların absürtlüğünü, yaşamın ve var olmanın elverişsizliğini, bedenlerinden kurtulmaları gerektiğini anlatmalıydı herkese. 18 saat boyunca aralıksız yazdı, yayını aldı, çaldı, yazdı ve böylece devam etti. Tamamladığını düşündüğünde bir arkadaşını arayıp bunu internete yüklemesini isteyecekti ama telefonu açmadı. Paltosunu giydi ve kendini dışarı attı. Taksi aramaya çalıştı, kimse yoktu. Durdu, yolun ortasındaydı ve hiç kimse yoktu. Kaşlarını çatamayacak, göğe haykıramayacak kadar yorgundu. Aşırı sinirlenmişti, etrafa vurmak, arabaların üstünde tepinmek istiyordu. Onun yerine sadece yürüdü. İstediği olmuştu, insanlar yoktu, düşünmek zorunda değildi tüm bunları, kimseye hiçbir şeyi anlatmak zorunda değildi. Yine de öfkelenmişti. Farkında olmak, acı duymaktan ziyade kendini önemli hissetmesine mi neden oluyordu? Kendince yükselerek gerçek bir üstinsan modeli mi yaratıyordu kafasında? Egosunu insanlara karşı beslemedikten sonra bir önemi yok muydu? Aptal saptal düşüncelerin içinde kendini yiyip bitirirken vücudu kendini bir anda yere bıraktı ve baygınlık geçirdi. Uyandığında cehennem gibi bir yerdeydi. Sureti yoktu, beyaz bir kefenin içinde buldu kendini. Zebaniler insanları kovalıyor, savaşıyorlardı adeta. Etrafını kırmızı giyinen soytarı cüceler el ele tutuşarak sardı. Yavaşça yükseldi ve elinde bir viyola belirdi. Durup düşünmeden, sorgulamadan çalmaya başladı son bestesini. Savaş durdu sanki, zebaniler kovalamayı bıraktı, mahşer yeri aniden cennete dönüştü. Arada iniltiler çıkarıyor, mest oluyordu resmen. Çalmayı bıraktığında soytarılar dağıldı, zebaniler koşmaya devam etti, çığlıklar yükseldi. Ağlamaya başladı viyolacı. Ateşe her gözyaşı damlası düştüğünde sönme sesi geliyordu. Yürüdükçe yolunu açıyor, acı çekmiyordu sıcaktan. Ağladıkça ağladı, ağlarken son parçasını çalmaya başladı yeniden. Ve yinelenen sessizliği fark etti. Herkes onun arkasında sıra dizilmişti. Ağlamaya başladılar aniden. Viyolacı müziğini yarıda kesti ve yalnızca ağladı...