Gerekeni yapcam. Evet, yapacağım değil yapcam. Orta hecenin akıbeti beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Her neyse. Bu kadar uzatmaya gerek yok. Uzadı bile. Çok oldu. Gereken neydi, bunu çok iyi biliyorum. Ama bilmek istemek mazoşist bir iş. Ben normal bir insan gibi davranıyorum. Gerekenden kaçıyorum. Bedenim yaşlanıp kendini imha edene dek bu kaçışı kim durdurabilir?

Öyle ya, üzerimde bombalar uçuşmuyor, bir savaşın içinde değilim, peşimde çok tehlikeli adamlar da yok, ömrüm boyunca sefalet çeksem bile bu bana ait. Sefaletimi kimseye dayatmadığım sürece toplum vicdanına uygun hareket etmiş olurum. Ölene kadar gerekeni yapmaktan kaçabilirim. Bunu yaparsam kendimi büyük bir ironiye dönüştürmüş olurum. Yine uzaklaşıyorum.


Denizin soğuk sularına vücudun yarısı girmişken dalgalar gelir ya, bir ürperti olur hani... O ürpertiyi zihnimin içinde hissediyorum. Ya da dehşet gibi bir şey de olabilir. Ama ne yazık ki her düşüncemin, her hissimin peşine bunların gerekeni yapmaktan kaçmak olduğu düşüncesi ilişiyor. Güneşin altında iğrenç şekilde terlediğimi hissediyorum. Bir sigara yakıyorum. Sigara bu sıcakta hiç gitmiyor. Ağzımın tadı bozuldu. Keyif almadığım halde neden içiyorum bunu?


İnsan döngülere ihtiyaç duyar. Otistik bir eğilim bu. Telaşın içinde aynı kalan şeylere masumca bağlanırız. Ama bu masumiyet bir romantizme dönüşmeye çok meyillidir. Sigara içme romantizmi. Namaz kılma romantizmi. Selam verme romantizmi. Bu bağlılıkları bir kenara bırakınca yabancılığımız tekrar belirir. Öfkeleniriz. Terslik, can sıkıcı.


Bir arkadaşımla telefonda konuşurken, arkadaşım bana banyoya girmek üzere olduğunu ve bu nedenle sigara içtiğini söyledi. Banyodan çıkınca daha iyi gideceğini ikimiz de iyi biliyorduk, bu bilgiyi hatırlatma fırsatı benim oldu. Arkadaşım çıkınca da içeceğini söyledi. Haklı. Ama sonrasında sigarayı bıraktı. Sigarayı bırakması ve o konuşmamız arasında bir bağlantı var mı emin değilim. Ama hayvani tarafım gerekçesiz bir nedensellik kurmam ve saçma çıkarımlar yapmam gerektiğini söylüyor. Yapmam gerektiğini. Yapmam gerekeni yapacaktım. Şimdi bir de gerekçesiz nedensellikler kurup saçma çıkarımlar mı yapmam gerekiyor?


Başıma aldığım her iş kaçmak için. Her düşünce. Her oyalanma. Her sigara. Her otobüs yolculuğu. Her soluk... Gerekeni yaptığımda veda edeceklerimi düşünüyorum, benim için anlamlı mı? Tutunacak bir şey arıyorum sanırım.


Büyük büyük dedelerim maymundu. Şaka, maymun değillerdi ama hayvanlardı. Benim hayvan olmadığımı kim iddia edebilir sanki... Her neyse. Dürtüsel bir biçimde soyumun devam etmesi için mi uğraşmalıyım? Komik geliyor. Ya da mastürbatif ve pornografik bir yaşamla toplumsallaşma işini mi halletmeliyim? Dikkat çekmeyi başaran bir aptal olduğum için bana saygı duyulması beni tatmin eder mi?


Tüm isteklerin sonunda bir çıkar yol var gibi. Evlenip çocuk yapsam büyük ihtimalle çocuklarım ve eşimle ilgilenerek ömrümü geçiririm. Son birkaç sene ızdırap çeker sonra ölürüm. Ya da Tiktok videoları çekmeye başlasam... Bu aptalların nelerden hoşlandığını çok iyi biliyorum. Gerçi hoşlanmalarına da gerek yok. Dikkatlerini çekmek yeterli. Herhangi bir kriterleri yok. İyi para kazanır mıyım? Muhtemelen evet. Evet, bunlar yaşamak için bazı çıkar yollar. Ama taviz vermek istemiyorum. Gerçek olandan ve yapmam gerekenden uzaklaşmak istemiyorum. Bu bencillik beni öldürecek, bu cümleyi yarı ciddi bir şaka olarak okuyun. Ürkün.


Bir arkadaşınız size "bu hayat çok canımı sıktı artık" dedi, siz de "sıkı can iyi olur çabuk çıkmaz" gibi boktan bir cevap verdiniz, sonra ölüm haberini dahi duymadınız. Ama şu an acı bir haber alıyorsunuz benden, arkadaşınız intihar etti. Sizinle konuştuktan birkaç saat sonra boynu bir ipe bağlı şekilde evinin ortasında sallanıyordu. Tek amacı sıkı can çabuk çıkar mı diye denemekti. İnsan bilgiyi elde etmek için kendini feda edebilmeli. BEYAZ GÖMLEĞİNLEE BİR LABORATUVARDAAA insanLAR İÇİİİİNNN...


Tamam, kızmayın. Amacım dalga geçmek değil. Eğer yaşamdan söz edeceksek Nazım Hikmet konuya benden çok daha hakim. Hem bu sataşmalarım bir kaybedenin haset duygusu olarak okunabilir. O zaman siz de mutlu olursunuz çünkü linç edilebilecek birini ele geçirmişsinizdir. Ben de sizi aptallıkla suçlarım. Ne güzel didişerek yaşar dururuz. Gerekene uzak kalırım. Siz bundan belki haberdar bile değilsiniz.


Algılamıyorsunuz. Algı, dönüştürmemiz gereken şey. Algılarız ve duygular, düşünceler üretiriz. Bu curcunanın içinde uzaklaştığımız şeylerden haberdar bile olmayız. Algılamama saplantısı mı benimki? Gerekeni yaptığımda oluşacak sonuçları göz önünde bulundurursak evet. Benimki bir algı kaçışı olarak nitelendirilebilir. Bakmadığımız her yerde gerekenler bizi bekler, bizi izler. Bir filmin ilk dakikasında ana karakter tüm çatışmaları ile göz göze gelseydi ne olurdu? Aslında hakikati orada buluruz, ölüm ya da kalım. Zafer ya da mağlubiyet. Ben ise kaybetmekle görevli olduğum bir savaşta onurlu davranmak istiyorum. Onur, ne kadar insanca bir kelime ve ne kadar sahte.


Aniden arkamı döndüğümde boğazlamam gereken bir düşmanımla göz göze geliyorum. Göz göze gelmek ne kelime, gözlerimi onun gözlerine kilitliyorum. Vahşi bir atılım bu. Bir meydan okuma. Ama o kadar uzun zamandır ve o kadar yoğun biçimde bakışıyoruz ki artık ondan korkmaz hale geldim. Saldırmak da istemiyorum. İçimdeki kadınsı bir yön mu bu? Hayır, bundan çekinmiyorum. Tek hissettiğim duygu sıkıntı. Sıkıldım. Gözlerimiz üst üste binmiş ve ortaya bir kıvılcım dahi çıkmıyor. Sadece saati duyuyoruz. Yelkovanın sesi zaman zaman farklı anlamlara bürünüyor. Komik, acıklı, saçma, bunaltıcı... Eh, bu değil mi zaten olacak olan... Yelkovanı kırıp atmak istiyorum.


Nelerin beni hapsettiğini düşünüyorum. Bu bir psikoz hali değil. Çünkü gerçek. Psikozun gerçekle olan bağı gerçekleri korkutucu hale getiriyor. Ya da psikoz, gerçeğin korkutucu yanlarını genellediğimizde ortaya çıkan estetik bir sonuç. Algının yarattığı karmaşa. Ama salt algı değil bu, kirli. Denizden karaya çıkan bir canlı değilim çünkü artık. Artık merdivenlerimin çengelini yıldızlara asmaktan söz edebiliyorum. Ya da karlı bir gece vakti dostumu uyandırıyorum. Kirlendim yani. Ya da en başından bu yana elimde kirden başka hiçbir şey yoktu. Gülümsüyorum.


Saatin sesi 90 bpm bir rap altyapısı gibi kafa sallatıyor bana. Acının tatlı tebessümleri. Gerekeni yapmalıyım ama içimdeki his canavarını durduramıyorum. Algım beni büyülüyor. Amalar sıralıyorum ardı ardına. Gerekeni yapmamak için bir sürü neden saydım. Ama saydıkça gerekeni yapmayı ne kadar çok istediğimi anladım. Bu bir dizi repliğinin dönüştürülmüş hali. Söylenecek çok söz yok. Ama söylememek daha güç.


Bir cenazeye katıldığımda susup oturmak istiyorum sadece. Keza bir yakınımın cenazesine gelen insanların taziyeleri de beni iğrendiriyor. Siz de öleceksiniz demek istiyorum baş sağlığı dileyen herkese. Gerçi dememe ne gerek var, hepsi biliyor bunu. Otistik bir eylemi yapma keyfinden mahrum kalmış bir insanın gizli intikam duygusunun dışavurumu. Saldırganlaşmak işten bile değil. Aslında intikam veya kabulleniş değil amacım. Gök kubbenin altında karıncalar dahi dursun istiyorum. Issız bir ormanda, hiçbir insanla karşılaşmadan ömrünü tamamlayacak sinekler bile bir yere konup öylece dursun. Pislemesinler de. Sadece dursunlar.


Yine sahte amaçlar yarattım kendime. Bir elim pencereden gelen ışığı engellemek için siyah bir perdeyi olanca gücüyle çekmeye çalışıyor. Diğer elim ise onu alt etmek için tırnaklarını bileklerine geçiriyor. Gereken.