Dokunamıyorum kendime, ne kadar kaçmak istesem de baktığımda dalıyor gökyüzüne anılarım. Nerede ne yaşadım? Hangi ekmeğin ununda ufalandım da gezdim? Nereden gelir ve gitmez bu ruhâni daralmalar bilemiyorum. Sâhi ekmek kırıklarından mı olur böyle şeyler? Ekmek kırığı daraltıyorsa yanmış kömür külü komaya sokabilir, bir şekilde bir şeyler sebep olup bir buhrana sokuyor beni.
Geçmişte takılı değilim, geleceğimde kaygım da yok ama nefesim daralıyor. Gözümün önüne geliyor yaşadığım geçmişim, 50 yaşıma gidiyorum bir anda. Büyük şehirlerin birisindeyim ve bir câmi parkında oturuyorum, yahu öyle de çok canım sıkılmaz mı ki? Düşünüyorum 90 yaşımı, gece yatarken cenneti düşleyip vakit geldi diye korkuyorum.. Bence ekmek kırıntısından, külün kömüründen değildir bunlar.
Daralıyorum fakat geniş bir ruha sahibim, zihnim o kadar geniş ki "baban öldü" deseler normal karşılarım, bir süre şoktan çıkamam. Sâhi bir insanın öldüğünü ne zaman anlarız ki? Ne zaman hissederiz iliklerimize kadar yokluğu? Evet, böyle düşününce de zihnimin bir karıncadan da küçük olduğunu fark ediyorum. Ben yaşarken ölüyorum, etrafımda herkesin acısını zihnimde binbeşyüz kere tatmışımdır. Ben geçmişe şuan ki zihnimle dönmek istiyorum ve "benim adım cafer" diyerek kahkahalar atmak istiyorum, soğan kabuğu daha etkili. Cenabet gezerken soğan kabuğuna basıp küle de işemiş olabilirim, zihinsel çarpılmanın zevki bir başka galiba. Her neyse, zihnimde ölmeye gidiyorum.