Sana dinletmek isteyeceğim çok şarkı vardı daha. Seninle izlemek istediğim çok

gün batımı ve seninle dolaşmak istediğim karlı sokaklar vardı. Seninle bir yaz aşkının

ötesinde oluruz sanmıştım. Bana aşktan söz ettiğinde benim hissettiğim aşkı kastediyorsun sandım. Sanırım siz erkeklerin aşk anlayışı biraz farklı veya hiç aşık olmamış insanlar aşktan bahsetme cüretini kolayca buluyor kendinde. Ben kendi aşkımın tanımını yapsam bu tanımın isim karşılığı sana çıkmaz. Bu yüzden bu kelimeyi sana kullanırken hep tüylerim ürperirdi. Bana aşık olmamanı bir kabahat belleyemem, değil de zaten. Doğrusu, ben de sana aşık olmadım hiç. Birbirimize ne çok yalan söylemişiz diyorum şimdilerde. Oysa sevgim gerçekti. Hala öyle. Öyle çok sevdim ki seni. Hala cümlelerin

kulaklarımda yankılanıyor bazen:

“Onu sevdim, o da beni sevdi.” derdin. Öyleydi muhakkak. Geçmişteki sevginden hiç

şüphe etmedim. Hala sana dönüp, “Sevmedin.” diyemem. Gördüm, sevdin. Sevgin

kusurluydu belki. Olsun, insanız. Sevgiyi öğreniyoruz zamanla, birbirimizle.

Keşke öğrenirken canımı böyle yakmasaydın. Keşke sevgide yalan olmayacağını

bilseydik ikimiz de. Keşke korkak olmadan sorabilseydim bazı soruları.

Bugünlerde, yargısız infaz mı ettim, diye düşünüyorum arada sırada. Hemen yerini

yeni bir cümle dolduruyor: “Bir kez şüphe yeşerdiyse içinde, artık dönüşü olmazdı.”

Oysa haksızım. Şüphe olur. Sevgide şüphe duyabilirsin bazen ve bunun haksız

çıkması için arayışta bulunman gerekir.

Ben peşine düşmedim şüphemin. Sen de göz göre göre şüpheme müdahale etmedin. Haklı çıkarmadın ama körükledin. Şüphelendiğimi görüp o mesafeden yüzüme lakırtı ettin yalnızca. Tutmadın elimi. Sevdiğini söyledin ama kupkuruydu cümlelerin. Yalandan aşığım derken bile daha samimiydin oysa. Yapayalnız hissettim

o gün bana seni seviyorum dediğinde. O gün beni öptüğünde kendimi cansız bir manken gibi hissettim. Tutkun yoktu. Sevgin yoktu dudaklarında. Zorakiydi. Çok özlüyorum. Son günümüzü değil. Son gün sana platonik olmuştum sanki artık. Çok özlüyorum. Benimle İzmir’i gezdiğin günleri… Asansörün tepesine bile çıkmak

istemediğin günü değil.

Bilmiyorum nasıl geçecek, nasıl saracağım bu yarayı. Giderek derinleşiyor sanki.

Başta daha kolaydı. Diktim, sardım, sevdim. Açtığın yaraya sarıldım. Şükrettim güzel

günlerime. Şükrettim dans ettiğimiz sokaklara. Şimdi çok zor. Sanki oluk oluk kanıyor içim. Hava soğuyor, kıyafetlerim kalınlaştıkça seninle çıplak günlerimizi özlüyorum.

Koca yorganların altında yatarken seninle, battaniyesiz yattığımız yatakları, yuvarlandığımız, sarıldığımız çarşafları düşlüyorum.

Mırıldandığımız şarkıları hatırlıyorum. Söylemek istediklerimizi şarkılarla

örttüğümüzü… Birbirimize “kal” dercesine

söylediğimiz şarkıların yalvaran mısralarını yalnız başıma yokluğuna mırıldanıyorum

şimdi.

Bir kez sana “seni seviyorum” dediğimde bana:

“Normal şartlarda olsaydık beni sevmezdin.” demiştin. E bak, dönmedik mi normale?

Bu ya benim normalim! Ankara'nın sokakları, ayazı, okulun yolları ve buradaki insanlar değil miydi normal olan? Hani İzmir'di ya anormal olan, şimdi sevmemem gerekmez mi seni? Ah, o gün haklı olmanı ne çok isterdim bir bilsen…