Polisiye denince genelde çerezlik, edebî ağırlığı bulunmayan fakat bizi eğlendiren bir edebiyat dalı gelir aklımıza. Aslında polisiye o kadar da hafife alınacak bir tür değildir. Şöyle hızlıca tarihe bakacak olursak tragedyaların, mitolojilerin, efsanelerin ortak noktası polisiye temelli olmalarıdır. Shakespeare'in Hamlet'inden tutun Macbeth'ine ve Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sına kadar genelde en vurucu eserleri polisiyedir. Hatta daha da ileri gidecek olursak bu gezegenin ilk cinayet hikayesi, hepimizin bildiği Kabil'in Habil'i öldürme hikayesidir. Bu açıdan baktığımızda polisiye için edebiyatın ana damarlarından biri diyebiliriz.
Şimdi gelelim polisiyenin kraliçesi Agatha Christie'ye ve onun bana göre en iyi eseri olan On Küçük Zenci'ye. Neden On Küçük Zenci? Çünkü belki de katili son sayfaya kadar gizlemeyi ustaca başardığı tek kitap diyebilirim. Diğer kitaplarında tahminlerim oluyor, bazen de kitabın başından daha katil şu diyorum. Fakat bu kitap çok başka. Kitabı iyi yapan daha kuvvetli bir sebep varsa, Agatha eserlerinde pek de rastlamadığımız o karakter derinliğine bu kitapta fevkalade iniliyor. İnsanın ilahi adalete ve hükümetin adalet sistemine inancının tükenip kendi adaletini sağlama şeklini harika aktarmış. İki binli yıllarda yaşayan biri olarak kitap bitince şöyle geri yaslanıp "Hadi canım, şu meşhur Testere serisi meğer bu kitaptan çakmış." dediğimde ise eserden aldığım haz doruk noktadaydı. Finalinde seyirciyi ters köşeye yatıran Testere filminin en vurucu sahnesinin direkt olarak Agatha'nın yarattığı bir senaryo mekaniğine bağlı olduğunu görüyorsunuz. Hal böyleyken etkilenmemek elde değil. A. Christie üzerine yazacağım uzunca yazıları diğer kitaplarının yorumlarına serpiştirme niyetindeyim. Herkese şimdiden keyifli okumalar.