Ona,


Az önce -yine vuslat için gün sayarken- dönüp mektuplarıma şöyle bir baktım. Sevgi, sevmek, sevilmek... Ne çok tekrar etmiş, ne çok sayıklamışım. Sıkıştığımı hissettim. Oysa ne kadar hürüm, sonsuzum, boşluktayım, sınırsızım deniz gözlerine bakarken. Ne kadar bahtiyarım, eksiksizim, kedersizim gülüşünü izlerken. Ah yaban gülüm, uzaktayken bile beni bu kadar tamamlıyorsan kim bilir yanımda olsan neler sezeceğim? Nasıl anlatacağım seni, nasıl sığdıracağım kelimelere? İşte bu yüzden sıkıştığımı hissediyorum. Ben seni sözcüklerle ifade edemiyorum. İçimdeki coşkuyu ne durdurabiliyorum ne de nakledebiliyorum. Korkuyorum ilk kez. Bu çağlayanın beni boğmasından korkuyorum.


Peki o gün neler olacak? Ben sana defalarca kez gelirken, sen bana yine ilk sefermiş gibi bakacaksın. Yine yok olacağım, sıradan biri olacağım, göremeyeceksin beni onca insan arasında. Bilemeyeceksin sana karşı olan hislerimi, okuyamayacaksın sana yazdığım mektupları, göremeyeceksin seni nasıl gördüğümü. Ah keşke, keşke kabil olsa da kendini benim gözlerimden görebilsen. O kalabalıkta ben bir tek seni görürüm çünkü sen başında parlayan halesiyle bir meleğe benzersin. Işığın gözlerimi alır ve siler çevrendeki herkesi. Sen ki bir nursun. Kimse bilmez, kimse görmez...


Okuyana,


Ya bu mektuplar sana yazılsaydı?



"Bir mektup yazdım sana, ellerim, gözlerim,

Bir de şarkımız var içinde…

Bir mektup yazdım sana ellerim, gözlerim,

Bütün umutlarım içinde, sevgilim…

Aç bak, ne çok özlemişim seni,

İçimde bir nefes gibi…

Aç bak, nasıl saklamışım seni,

İçimde bir nefes gibi…"