bir başına sırtlanan her uyruk ayrı çınlıyor ufukta

ve aniden dönecek sana unuttuğun bir şey

mimoza sızıyor bir yaranın kabuğuna

övgüleriyle boğulmadıkça hiçbir kamelya

güneş niye bu kadar parlak çözemedim

güneş kimin dudaklarında


bilendikçe kirleniyor çakıl taşı ağzımda

bir öpücüğün otlara yansıması kadardı dünya

bir öpücüğün başrolüysen ölme vakti gelmiştir


sapları karıncaları özlüyor ayçiçeklerinin

damla sakızlanıyor boğazımda

uyuşuk kahramanlar kötü tacirleri salıyor üzerimize

sen on yedi yaşında bir gölgesin hala

sen dişlek bir perinin son hediyesi

kurutma öyle akşamları

kaçma öyle dudaklardan

bir öpücükle evcilleştir beni


ikaz mı edecek bir varoluş felsefemi

ela orduların uzun kirpikleri

haklanmalı şimdi kaburgam bir kucakta

yüzümün astarı damlıyor sırtına

sen sonbaharın uykulu hışırtısı

sen bir parça etten dirilt beni.