Modernizm ve Popüler Kültür Kavramları Üzerine


Öncelikle bu çözümlemede; Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski kitabının yanı sıra sözlü kültürden kitle kültürüne geçiş ve Gerçek Bedel adlı belgesel film esas alınarak; modernden popüler kültüre bir çözümleme yapılmıştır.

           

İlk olarak “modernleşme”, modernizm ve modernlik gibi kavramların tarihi süreciyle, toplumdaki bakış açısı nasıldı ve günümüzde nasıl bir olgu var; buna kronolojik bir şekilde bakalım:

             

Modernus sözcüğünden türeyen modernizm, -just now- şimdi, şu an anlamına gelen "modo" kökeninden gelmiştir. Yani içinde yaşanılan zaman anlamında kullanılan modernizm, geleneksel toplum kavramıyla paralellik göstererek, eski bir toplum modelinden koparak kısaca eski’den yeni’ye bir geçişten bahseder. Bu sözcüğün kullanıldığı döneme ironik bir şekilde "Hristiyan Ortaçağı" denildi. "Eski" ve "yeni" dünya karşılaştırmaları yapıldı. "Eski" dünya pagandı şimdiki "yeni" dünya ise Hristiyan, yani "eski" dünya karanlığın altında kalmış modern olmayan dünyaydı. Yeni dünya ise modern bir dünyaydı. Bu nedenle Hristiyan dünyasında kullanılan "modern" kavramının söylemeye çalıştığı tek şey artık eski olmayan, şimdiye ait bir dünyanın varlığıdır. Daha sonra Hristiyan toplumu modern kelimesinden dolayı yeni kelimesine karşı çıkmaya başladı. Aydınlanma dönemine kadar bu süreç böyle devam etti. Devamında "batı toplumu" dediğimiz kavram ortaya çıktı. Sanayinin gelişmesinden sonra kapitalist olgu beraberinde kalıplaşmış batı toplumunu dünyadaki modern toplum olarak göstermeye başladı. 

        

Günümüzde ise modern kelimesi, batı dünyası için bilimin, teknolojinin çok geliştiği "gelişmiş ülkeler" için kullanılır. Modern kavramından sonra modernizmin kendine ait temel olguları ortaya çıktı. Bunlar; hiyerarşi, merkezileştirilmiş kontrol, politik yatırımlar gibi sosyolojik ve kültürel bir takım anlamlar çıkarmamıza neden oldu. 

             

Yazara göre modern kavramı içinde; sosyolojik açıdan davranışlar artık geleneksel, duygu temelli veya inanca dayalı değil; aksine sebep-sonuç arasındaki mantıki ilişki esastır. Yani bundan çıkan sonuç; sosyal farklılaşma, modernleşmeyle beraber ortaya çıkmıştır.

            

Hümanist Marksist siyaset bilimci Marshall Berman’ın "kapitalist endüstrileşme" ile gelen tüm süreçleri tanımlayarak yaptığı kavramsallaştırma kullanıldı. Berman, bu süreçleri, uygun bir kısaltma yapabilmek amacıyla, "sosyoekonomik modernleşme" olarak tanımlıyor. Yani kapitalizmle beraber tüm modern yapılar hem sosyal hem de ekonomik bir birleşik yapı ortaya çıkardı. Birbirlerinden bağımsız düşünülemez oldular. Toplumun üst tabakası kapitalist rejimlerde daha modern, bu nedenle sosyal ve ekonomik yönden daha iyi duruma geldiler.

              

Modernleşme tecrübesi (modernlik) sonucu ortaya çıkan ve özellikle 1840’larda Marx, Baudelaire, Goethe ve Flaubert gibi düşünürlerde klasik ifadesini bulan değer ve bakış açılarının toplamına “modernizm” denildi. Karl Marx’ın Manifesto’sunu leitmotif yani ‘nakarat’ olarak kullanan ve onun “Katı olan her şey eriyip gidiyor.” (“All that is solid melts into air.”) deyişindeki katı yanı, sosyoekonomik modernleşmeye, eriyen yanı ise modernizme yakıştıran Berman’ın amacı, modernleşme ve modernizm arasındaki diyalektiği açığa çıkarabilmekti. 

            

Bu tecrübenin bütününe “modernlik” diyeceğim. Berman’a göre, modernleşme ve modernizmi ilişkilendiren bu tarihsel tecrübeyi “gelişme” oluşturuyor. Gelişme, bir yandan kapitalist dünya sistemiyle birlikte ortaya çıkan devasa nesnel dönüşümlere yani sosyoekonomik gelişmeye (katı); öte yandan, bu dönüşümün etkisi altında kalan bireyin hayatı (eriyen) ve kişiliğinde ortaya çıkan ve bireysel gelişme kavramında ifadesini bulan bir tecrübeye işaret ediyor. Yani modernlik kavramı sosyoekonomik açıdan gelişince katı bir dünya düzeniyle birlikte gelişmeye ayak uyduran bireylerin erimesiyle kendini tamamlıyor. 

             

"Gerçek Bedel" adlı belgesel filmde modernliğin sosyoekonomik boyutunu net bir şekilde görebiliriz. Eriyen bireylerin, alt tabakası ucuz bir bedel karşılığında kanıyla bedel öderken üst tabaka ise robotlaşan hissizleşen bireyler haline gelerek geleneksel kültürün bıraktığı bir takım normları görmezden gelir. Nitekim belgeselde modern toplumun gelişmesi eriyen bireylere bağlı hale gelmiş durumda. Yazara göre ise, “Bu çalkalanış ve kargaşa; ruhsal şaşkınlık ve sarhoşluk; deneysel imkânların genişlemesi ve ahlaki sınırlarla, kişisel bağların yıkılması; kişisel gelişme sokaklardaki ve ruhlardaki aldanış atmosferi, modern duyarlığın doğduğu atmosferdir.” Aynı yazar, bu diyalektik tecrübenin 19. yüzyıldaki modernist duyarlıkta ifadesini bulduğunu, 19. yüzyıl düşünürlerinin yorulmaz bir biçimde modern hayatın çelişkileri ve müphemliği ile savaştıklarını, aynı anda hem modern hayatın düşmanları ama hem de tutkunları olduklarını belirtiyor. 

            

Günümüzde ise bu görüş karşıt kutuplara ayrılır. Bir görüş modernliği uyumculuk, sıradanlık olarak gösterirken; diğer görüş ise modernliği tamamen makinaya dayalı toplumsal bir takım mutlulukları evrensel bir duyum şeklinde son haline ulaştırdığını savunuyor.

             

Fakat bu iki görüşün paylaştığı ortak nokta, teknoloji ve modernliği birleştirmektir.

Ama bunu yaparken teknolojiyi üreten ve teknoloji tarafından üretilen kesimi dışlamak...

           

Kısaca her anlamda modernlik kesinlikle modern bir insan tarafından şekillendirilemez ya da değiştirilemez. Yani hayata açık bir bakış açısı kapalı olabiliyor. Ki günümüzde bu örnek çokça görülen bir durumdur. İnsanlar geleneksel adetlerin yerine modern adetleri benimsediğinde hayata bakış açıları değişkenlik gösterebilir hatta kimi zaman yer değiştirebilir. Bu çağımızda teknolojinin daha fazla olduğu kesimlerde geleneksel topluma bir hayranlık bulunurken; aynı şekilde geleneksel toplum insanı içinde modern topluma bir hayranlık ve öykünme söz konusudur. Bu durum modernliğin sosyal boyutuyla ilintilidir ve paralellik gösterme eğilimi vardır.

           

Modern olmayan ya da modern olma yolunda geleneksel tabuları ağır basan bir toplumda yeni bir kültür arayışı doğabilir. Bu kültür kimi zaman sanatla kimi zaman müzikle kimi zaman ideolojik bir görüşle (bu sinema da olabilir) bir kitleye dönüşür. Bu örnekte ülkemiz geneline bakacak olursak arabesk müzik önemli bir örnektir. Genelden özele bakacak olursak Orhan Gencebay Arabeski ilk olması açısından daha önemlidir. 

          

Burada kitap; Orhan Gencebay özelinde ortaya çıktığı üzere, arabeskin, Türkiye’nin modernleşme sürecine nasıl bir yanıt verdiği; bu yanıtın -bir “anlam haritası olarak- nasıl bir tarihsel tecrübeyi ifade ettiği ve modernleşme süreci ile bu yanıt arasındaki ilişkinin niteliğini ortaya koymaktır. 

           

Popüler anlamda; Orhan Gencebay, popülerliği ölçüsünde, onun şarkılarını, kendisini seven ve onun tecrübesini, değişik biçimlerde yeniden anlamlandırma da paylaşan bireylerin, toplumsal grup ve sınıfların da popüler tecrübesini ifade ediyor. 

          

Bu anlamda, bir başka arabesk sanatçısı Müslüm Gürses yoksul ve geleneksel bir toplumdan geldiği için, modern olma yani batıya öykünme döneminde olan bir ülkedeki bir ortamda yeni bir kültür sayılan arabesk müzikle kendi normlarını yakalayan kitleler için deyim yerindeyse modernliğin başka bir boyutudur. Nitekim bu kültür yoksullar için ilah düzeyine çıkacak kadar popülerlik kazanmıştır Bir toplumu sosyoekonomik ve kültür anlamında değerlendirmek için bazen o toplumda bulunan insanların dinlediği müzikten değerlendirmeye almak kısmen doğru sonuçlar verebilir. Popüler sınıfların kültürü sermayeyi ilgilendirir çünkü sermaye etrafında yeni bir toplumsal düzenin kurulması, aşağı yukarı sürekli ya da kesintilerle oluşan ve geniş anlamıyla bir yeniden eğitim süreci gerektirir. 


Bu kitabın ana hatlarıyla modernleşmeyi ve popüler kültürü, sanat ve toplumla harmanlayarak, şu mesajları verdiğini söyleyebilirim:


Öncelikle modernlik ya da modern olmak, yüksek kültürlü birey olduğumuzu göstermez; aksine modern bir toplumda, başta bulunan iktidarı ve dayatmalarını benimsemek zorunda kalmadan, bazı gelenekleri kaybetmeden, batıya öykünmeden de özgürleşme dediğimiz kavramı mahremiyet alanımız nispetinde kullanmak bizim elimizde. Yani bireyin yapması gereken yanlış bilinçlenmeyi ve zorla yapılan dayatmaları kabul etmemektir.


Orhan Gencebay Arabeski popüler kültür kapsamında, bir kitle olarak gösterilir. Kitle kültürüne, popülerin “ticari” tanımına yaslanarak karamsar ve olumsuz bir tavır alan eleştirel yaklaşımlar kitle kültürünün insanları güdüp yönetme niteliğini de öne sürüyorlar. 


Bir sonraki bölümde de görüleceği gibi, bu bağlamda kitle kültürü eleştirisi tarihinde muhafazakâr, hümanist görüşlerle radikal görüşler birbirinden çok farklı değil aslında. Muhafazakâr hümanist eleştirmenler daha çok kitle kültürünün zevki yozlaştırmasından bahsederken, radikaller esas olarak kitle kültürünü kitlelere yanlış bilinçlilik dayattığı için eleştiriyorlar.


Ve son olarak Popüler kültür kavramını "halka ait" olarak göstermek, "halk ne isterse popüler olan o’dur" anlayışı sistemin ticari yönünü bize gösteriyor. Aslında halk istemiyor, iktidar dediğimiz sosyoekonomik güç popüleri bireye empoze ediyor. Ve halk istiyor anlayışını yüksek kültür-popüler kültür ikileminde sınırlamak doğru değildir. Yüksek kültürlü olmak aydınlanmaya mümkün olabilir. 


İmmanuel Kant’ın deyimiyle "sapare aude" yani kendini gerçekleştirme cesaretini gösteren her birey popülariteden kurtulur ve kitle kültüründen farklı görür, farklı koklar, farklı dinler, farklı düşünür ve farklı yaşar.



Kaynakça:

Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski Kitabının 2. Bölümünde Yer Alan Modernleşme ve Popüler kültür Alt Başlıkları

Sözlü Kültürden Kitle Kültürüne Geçiş Sürecine Direnen Değerler

(wikipedia vb.)

Gerçek Bedel (The True Cost) Belgesel Filmi