Bir ışık belirdi önce, sonra dağı titreten bir ses. İçim ürperdi, perdeyi çektim. Hafif bir yaz yağmuru, öyle sıcak ki elimi yaktı su. Sırılsıklam olmuş ipteki çamaşırlar, bu akşam balkonda oturulmaz. Öğleden sonra başladı ama geceyi eder bu yağmurlar. Kapana kısılmış duygularım ve gerçekleşmeyi bekleyen hayallerim bir sandığa konulmuş, sandık yağmurun altında, dışarıda. Bir adım atamazdı sensiz bu ayaklar, şimdi yağmurlar, çamurlar benim bedenim ve yağmurun altında, dışarıda. 



İkindiyi güzel kılan pencere önü kuşlarım, saklanmışlar, bir ben ve benim sandıklarım. Annem sesleniyor: “Çamaşırlar…”

Güneş çıkmayacak mı zaten yarın? Tekrar kurumaz mı? İlla toplamak, toparlamak mı lazım? Güneş kurutacak tüm ıslak düşüncelerimizi ve yaşlı gözlerimizi. Çamaşırlar kalmalı, kalmalı ki güneş onlara da uğramalı. Bütün kötülükler iyice çamurun içinde bulanıp sele kapılmalı.



Düşüncelerim raf raf dizili zihnimde. Hiçbirini okumaya cesaret edemedim, dokunmaya kıyamadım. Ayaklarım çamura battıkça yolumu uzattım eve geç kaldım. Yağmur dokundukça yüzüme, başımı kaldırmadım, yüzüne bakamadım. Ellerimde sayısız çivi asılı, kalbimde yeni bebesini kaybetmiş bir anne acısı. Perde kıpırdandıkça korkuyorum çıplaklığımdan.

“Örtün üstümü.” Kimse görmemeli omzumdaki bunca insan kanını. Kapı açıksa saklanıyorum hırsızdan, ya çalarlarsa ruhumu?



“Örtün üstümü.” Peygamberî bir yalvarış bu. Uzun bir çöl yolculuğundan çıkan bir dervişin elleri bunlar. Yağmurda ıslanmışlar ama susamış dudakları. Mekke’de başladı yolculuğum, dün gece Beyrut’ta öldüm. Yıllardır ellerim Suriye, ayaklarım Türkiye. Sakat doğdum, sakat öldüm. Kalbim aklımda, aklım yağmurlarda. Aklım yağmurlarla yatakta, koltukta ve mutfakta. Susamışım ama ıslanmaktan kokuyorum. Saklayın tüm hatalarımı, çıkamam bu evden. Ev yıkıldı, bedenim enkazın altında. Saklayın hatalarımı, evim yıkıldı, ben yıkıldım, aklım yağmurlarla balon uçurmakta.


Kilitleyin tüm kirli çamaşırlarınızı benim yanıma, artık arkadaşım onlar. Boynumla çenemin altında bir yara; boynum kalkmaz, çenem çalışmaz. Büyük bir sis dalgası, yutacak aklımın yağmurlarını.


Müziğin sesini aç, yağmurun sesi duyulmuyor; müziğin sesini aç, içimin sesi susmuyor. Müziğin sesini aç, silahlar ve bombalar artık canımı yakamazlar. Kırılmış bir pencere kenarında, bir piyanist. Perde havalanmış, herkes ölmüş, müziğin sesini aç.


Burada hapsoldum, gardiyanlar yemek vermiyor. Aklımı peynir ekmekle yedim ama aklım yağmurlarla, gökyüzünde özgürce dolaşıyor. Bir ışık belirdi önce, sonra dağı titreten bir ses. Pencere önündeki manzara Beyrut’a açıldı bugün, gökyüzünden insan eti yağdı. Yağmurlar karnımızı aç bıraktı. Karşı tepede bir polis sireni, yan odada annemin sesi. Toprak diye inliyor yağmur, kan diye inildiyor insan.



Bu yağmurlar geçiştiriyor beni, bu yağmurlar ahımı alıyor. Alnımda yazılan yazıyı bu yağmurlar siliyor. Çıkıp ıslanmak varken çamura batıyorum kendi içimde. Herkesin evinin kapısı açık bana, ben eşiği geçemiyorum. Basamaklarda kaldım, basamaklar benim imtihanım. Kaçak kat çıkmanın cezasını çekiyor ayaklarım. 


Ben şimdi idam sehpası önünde itiraflarını sıralayan bir devlet başkanı. Ben şimdi 170 kişinin öldüğü, düşmüş bir uçağın kabine memuru. Ben şimdi haksız yere hapse atılan bir fikir suçlusu. Şimdi ben hazin bir yaz yağmuru.

Hafif bir yağmur bu. Hep olur. Birilerini vurur. Çok yağarsa ekinleri kurutur. Gönlümün tomurcukları açmadan kurudu, ruhumun içindeki çocuk büyümeden vuruldu. 



Ben şimdi morg önünde cenazesini bekleyen bir kız çocuğunun ruhuyum, bedenim büyük bir patlama sonunda un ufak oldu. Yağmurlar mezarımı suladı ama kan kokusu ellerime yapıştı.

Perdem kıpırdıyor, bembeyaz bir gelinlik hayali ellerimdeki kanla kırmızıya boyuyor toprağımı.

"Örtün üstümü."

Toprak yağmur kokuyor.

Büyük (!) devlet adamları, büyük (!) fikir adamları...

Yağmurlarım alacak artık intikamımı.