Joachim Trier imzalı Oslo üçlemesinin ikinci filmi "Oslo, 31 Ağustos", insanı hem saatlerce üzerine konuşturabilecek bir varoluşsal sorgulamalara iterken, aynı zamanda söyleyecek hiçbir şey de bırakmıyor. Çünkü film bittikten sonra baş başa kaldığımız şey derin bir sessizlikten başkası değil.
***
Bağımlılık tedavisinin devam ettiği rehabilitasyon merkezinden, Oslo'daki iş görüşmesine gitmek üzere bir günlük izin alan Anders ile günübirlik bir gezintiye çıkıyoruz. Bu gezide yalnızca Oslo'da değil, Anders'in iç dünyasında geziyor ve onun hayatında yer almış ve görülmeye değer kişileri ziyaret ediyoruz.
***
Orta yaşa doğru emin adımlarla ilerlerken, gençlik artık dikiz aynasından görebildiğimiz bir görüntüden ibaret olmaya başlıyor ve filmdeki karakterler bize kendi aynalarındaki görüntüyü paylaşıyorlar. Kimse aslında göründüğü gibi mutlu değil ancak yola devam etmenin bir yolunu bulmuş gibi görünüyorlar. Öyle ya otoyolda belli bir hızda giderken bir anda frene basamazsın. :) Ve Anders, bu akıp giden yolculukta herhangi bir duygu hissedemediği, anlamlandırmayı başaramadığı, bir parçası olamadığı ve ait hissedemediği bir yaşamın karşısında durup onunla bir gün boyunca flört edip, bir 31 Ağustos sabahı diğer insanların aksine frene basmaya karar verir.
***
Başrolde, üçlemenin ilk filminde de izlediğimiz Anders Danielsen Lie, bu filmde de bizi büyük bir melankoli ve varoluşsal soruların içine kolaylıkla bırakıyor. Anders'in etkileyici oyunculuğu, Trier tarzı ve donuk İskandinav atmosferi bize tekrardan güzel bir film sunuyor.
***
İyi seyirler.
N.T. 🌼