ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz


Dünyaya "Merhaba Canım" diyen,

dünya dostluğuna adıyla başlayan

şair ve hepimize arkadaş

Zekai'den beş şiiri sizler için derledim.



I. GÜNLER PERİŞAN


yırtarak geçiyor kalbimizden

hayatı da törpüleyen zaman


şuramızda bir şey var

acıya benzer

umuda benzer

böyle günlerde hayat

hem acıya, hem acıya benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı

her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor

her sabah ölümü anlatıyor gazeteler

sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf

yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme

beynim sabırla keskin

iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir

gelirse de bilinir nerden ve nasıl

böyle ölümün yücedir adı

ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası

çünkü ölümün kanıdır besleyen

bir başka baharın tohumlarını

şuramızda bir şey var

bizi onduran şey

acıya saran

umudu kuşatan


kalbim: kalbim mi desem

var kalbim: yaşayan ben

hayatla ölümle cinayetle

gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde

eski prof. hocalarla

yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem

ah benim sevgili annem

oğlun da elbet yurtseverden

bir gün bırakır da sizi yüzüstü

yüzüstü değil: elbette bizüstü

bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini

bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları

giriverir senin sıcacık kucağına

yani hem sana karşı, hem senin için

giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına

ölüm mü dedim annem

ölüm senin gibi güzel annelerin

senin gibi güzel çocuklar feda etmiş

o tarih atlasında

bir kırmızı gül olur ancak

koksun diye çocukların bahçesi


şuramızda, tam şuramızda

kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan


işte bir bir kırıyorlar dalıylan

yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini

çünkü biliyorlar vakit dar

oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç

hayatı pekiştiren kökümüz var

dünyayı emeğe kazandırmak için

hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren

kanağacına sözümüz mü var


biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar

bir gün döneriz elbet

acısız, adsız


ölümsuyu sürünün

sürünün ölümsuyu

bir ölü bir dirinin kanıdır

besler hayatsuyu


şuramızda, tam şuramızda

tarihe nasıl anlatsam


ey anneleri korkutan

bizi yaşatan kan


günler perişan



II. BİR GÜN SEVİŞMEYİ BANA


kandan

ve ceninden bir gün daha

başlarken

bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla

ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum


geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim

bugün biraz daha yorgun başlıyorum


sabah

yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli

vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri

kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu

güneş bir ürkekliği gizliyemez

ne de olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu

gün, o sevecen çığırtkan

beni yeni bir oyuna çağırıyor


yalnızlık yenilmeyen gladyatör

bana eski bir ölümü anımsatıyor


sabah

taşıyarak bir celladı odama

aşkımın ve bırakılmışlığımın celladını

hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni

tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor

yalnızlık her sabah öldürüyor beni


çözerek gecenin ipliğini hızımla

hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha


adi bir etiketi yamayarak üstüne

boyna genişliyen bir orospu gibi

genişledikçe küçülen bir orospu gibi

aşksızlığım küçültüyor beni

korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni

gecikilmiş bir aşkı yaşamıya

cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan

önce acıya direnmesini öğrenmeliyim


eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi

acıya ve aşka hazırlıyorum


her gün yeniden yaşamak

boşalan bir birikimi kocamış acılarla

uzayan bir ölümü bitimleyen vücudum

yani istek. o hep tiksinç görünen

çirkin ve güzel orospu. yeniyetme

bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde

o hep güzel görünen bana

çirkin ve güzel orospu

vücudum. seni seviyorum


acıyla büyütüyorum aşkımı

bir gün bana sevişmeyi öğretecek.



III. SEVDADIR


Göğü kucaklayıp getirdim sana

kokla

açılırsın


solmuşsun

benzin sararmış

yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün

öyle bükük bakma bana


çam kolonyası getirdim sana

kentli dağlıların haklı sevdasını

bolu ormanlarından çarpan bir koku

sanki köroğlu'nun ter kokusu

aman kokusu, billah kokusu

canlarım, canım benim


üzme kendini bu kadar

sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var

bak yeryüzü ne kadar geniş

ne kadar dar


Dur

akıtma gönlüm yaşını

gözünden öpecek bir yer bırak

oy bana en yakın

bana en uzak

sevgili yar

Hasretine vur beni


Giyecek çamaşır getirdim sana

adettir diye değil, sevdim diyedir

bağışla, eski biraz

bedenim uygundur diye bedenine

elimle yıkadım, ütüledim

elma ağacında kuruttum


Günler sarmal bir yay gibi

bunu unutma

Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir

bunu unutma

Seni ben her yerinden öperim

bunu unutma


kadere inansaydım

sana inanırdım

Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben


öyle kırık bakma bana

Caddeler nasıl da genişliyor

sana bunu söyleyecektim

Bileyli bir makas vardı yanımda

sana bunu söyleyecektim

Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri

sana bunu...

Oyy nasıl söyleyebilirim

deliren sevdamızın kısrak huyunu


Elimi tut

tuttururlar, o kadarına izin verirler

kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu

Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız


sen içerde

Ben dışarda...

Oyyy mahpusluk mahpusluk...



IV. KAN REÇETESİ


Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet


İşte benim bulutum

pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt

alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle

sana

ey rengi tarihini utandıran elbise


Yüzün hiç yabancı değil

sen eski borazanların gedikli çalgıcısı

sesine küflü ambarların kokusu sinmiş

irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış

eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.


Burnum duymuyor ama seni

uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor

benim burnum

benim burnum

vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin

kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor

genzim çatlıyor

genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor

el illizyonizmin sırça küresi.

sana kim sus dedi Kalbim.

Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken

toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken

burda, orda, öte yanlarda

alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı

yeryüzünü yeniden biçimliyorken

ve depremle sarsılan halkların beyni

illizyonizmin büyüsünü bozuyorken

seni kim büyülemek istiyor Kalbim.

Bildim hiç kuşkusuz

su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu

çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin

şaşırtılmış kolcusu.


Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen

el illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü

masken kandırmıyor çoktandır beni

beni ve benim gibi

dünyaya kanından dürbünle bakanları

soluğu cehennem yakanları.

Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük

biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu

Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük

beynimde hora tepen on sivri bıçak

senin kendi damarında denediğin keskinlik

halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da

kan kendini aldatmaz

kan kendini aldatmaz


Kalbim!

bu acıya dayan

varsın işkenceler dağlasın seni

duru bir gök için vahşete katlananlar

acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı


Kalbim!

bu acıya dayan

bu acıya dayanman için

yaranı iyileştirmek için sana

parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete


vereceğim


vahşet dağlarından kızgın kemik külleri

işkenceler ovasından kan dölleri

ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş.

Kan kokusu büyüyü bozmak için

Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için

Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için


Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile

dirilir ve o zaman

çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü

bir taze tomurcuk gibi açar

kanayan alnında senin.


Kalbim!

sen varsın

sen tökezleyen bir şarkı değilsin

ne de uzun, yanık havalı türkü

sen kendinin ezgisisin.



Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını

dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir

kara bir gök ancak bunlarla arınır

ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya

acı diye ne varsa hepsini onarmaya


Kalbim!

elimden tut

elimden tut

sensiz bir şey yapamam.



V. MERHABA CANIM


ben az konuşan çok yorulan biriyim

şarabı helvayla içmeyi severim

hiç namaz kılmadım şimdiye kadar

annemi ve allahı da çok severim

annem de allahı çok sever

biz bütün aile zaten biraz

allahı da kedileri de çok severiz


hayat trajik bir homoseksüeldir

bence bütün homoseksüeller adonistir biraz

çünki bütün sarhoşluklar biraz

freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır


siz inanmayın bir gün değişir elbet

güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü

çünki ben okumuştum muydu neydi

biryerlerde tanrılara kadın satıldığını


ah canım aristophones

barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum

ölümü de bir giz gibi tutuyorum içimde

ölümü tanrıya saklıyorum


ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum

düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve

bir gün elbette

zeki müren'i seveceksiniz


(zeki müren'i seviniz)