“Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar; 

ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.” 

George Orwell


Giriş


İnsanlığın varoluşundan bu yana yönetmek, yönetilmek gibi kavramlar kendini -her zaman aktif olmasa da- göstermiştir. Öyle ki devletleşme süreçleri oldukça erken gerçekleşmiş ve toplumsal yapıların mevcut düzenlerini belli bir siyasal rejim benzeri yönetim etrafında şekillendirdikleri görülmüştür. Bu sebeple siyasal rejimler, insanlığın yönetilme kavramı üzerinde bir devlet düzeni bazında oldukça önemli role sahiptir. 

Siyasal rejim kavramı, çoğu zaman ideolojilerle bağıntılıdır. Siyasal ideolojinin halk yaşamıyla bütünleşmesi ile beraber toplumun gelenek, görenek ve siyasal-toplumsal davranışları ile şekillenen yönetimsel kavramdır. 

Siyasal rejimler demokrasi, otoriter ve totaliter olmak üzere üçe ayrılır. Bu makalede otoriter ve totaliter rejimler üzerinden George Orwell’ın 1984 romanına dair bir inceleme göreceğiz. 



Otoriter Rejim


Otoriter rejimler demokrasinin temellerini yok sayan, halkı karar mekanizması dâhil her türlü siyasal süreçten dışlayan, bunun yanında ülkenin muhalefet, karşıt görüş gibi birimlerini tamamıyla dışlayan ve baskılayan rejimlere verilen addır. Otoriter rejimler, demokrasinin seçme ve seçilme maddesini kâğıt üstünde uyguluyor gibi görünüyor olsa da genellikle seçimler sadece göstermeliktir. Sözde demokrasi veya sandık demokrasisi olarak nitelendirilebilecek olan bu demokrasi, otoriter rejimlerin dünya arenasında kendini demokratik ülke olarak gösterme sevdasından ibarettir. 

Otoriter rejimler, siyasi egemenlik, siyasal katılma ve siyasal karar alma gibi konuların belli bir grubun veya belli bir kişinin tekelinde olduğu rejimlerdir. Çoğu otoriter rejim bireylerin kişisel hak ve özgürlüklerini kısıtlar. Ayrıca otoriter rejimler genellikle mutlak -sorgusuz- itaate dayalıdır. 


Bazı siyaset yazarları otoriter rejimleri demokrasi ile totaliter rejim arasında görmektedir. Otoriter rejimler mevcut ideali halka dayatsa da ideolojik rejimler olmaktan genel olarak uzaktır. Belli bir ideolojiyi yüceltmek ve geliştirmek yerine, iktidarda kalınan süre boyunca siyasal sistemden faydalanmak ön plandadır. 

Otoriter rejimlerde polis, iktidardaki partinin kontrolündedir ve keyfi tutuklamalar sıkça görülür. Ayrıca iletişim araçlarına erişim de iktidardaki partinin kontrolü altındadır. Sansürler uygulanır ancak bu sansürler genellikle iktidar partisinin aleyhinde gerçekleşen propagandalar içindir. 


Otoriter rejimlerin bir diğer özelliği tek parti sistemidir. Aslında demokrasi var olsa da ülke genellikle tek parti ile yönetilir ve yönetici parti yönetimsel anlamda belli kişilerin etrafında şekillenmiştir. Yasama yürütme ve yargı erkleri de iktidar partisinin kontrolü altındadır. Demokratik görünümden hiçbir zaman ödün verilmez ancak ülke içinde demokrasi olmadığı kolay anlaşılır. 


Ekonomi kamulaştırılmış veya özelleştirilmiş olabilir ancak her iki durumda da iktidar partisi ekonomik yönetimin en tepesindedir. Bu sebeple otoriter rejimlerde devletin tüm kaynakları, iktidarda bulunan partililere ve diktatör ile ailesine hizmet eder. 



Totaliter Rejim


Totaliter rejimler, otoriter rejimlere ait özellikleri içerir ancak otoriter rejimlere göre daha baskıcı rejimlerdir. Totaliter rejimlerde tek tip insan ve tek tip ideoloji toplumun temelini oluşturur. Bireyin kendi başına değeri yoktur ve bireyler ancak toplum içinde, toplumun bütünüyle bir değer oluşturur. Toplum içindeki bireyler ortak kültüre, ortak zevklere, ortak ideolojilere ve ortak değerlere sahiptir. Bireylerin kendi kültürleri yoktur. İktidar partisinin belirlediği değerler toplumun değerlerini belirler. Bireyler özel hayatlarında toplumdan ayrı varlıklar olarak nitelendirilir ve kabul edilir ancak bireylerin kendi zevkleri ve kendi kültürlerinin olması devlet tarafından kabul edilebilir bir durum değildir. 


Totaliter rejimlerde devletin her şeyin en iyisini bildiği bir sistem vardır ve bireylerin bu en iyiyi anlama kapasitelerinin olmadığı, ancak devletin en iyiyi toplum içindeki bireylere anlatma ve kabul ettirme, aynı zamanda kendi en iyisini topluma yaşatmaya zorlama kapasitesinin olduğu görülür. 


Totaliter rejimler organizmacı ve dayanışmacı bir anlayış sergiler. Totaliter rejimlerin olduğu toplumlarda, insan vücudunun organizması gibi organize bir işleyiş mevcuttur ve öyle olmalıdır. Devlet bu organizmanın beynidir ve diğer organları oluşturan toplum, beyin olan devletin emirlerini uygulamak zorundadır. Sağlıklı yaşam ancak toplumun devletin emirlerine uymasıyla mümkün olabilir. Bu emirlere uymak ve organize yaşayış da dayanışma içinde olunursa mümkün olur. Diğer organları oluşturan toplum, beynin yani devletin oluşturduğu ortak ideal çerçevesinde beraber hareket etmek zorundadır. 


Totaliter rejimlerde devletin dayattığı mevcut ideolojinin hangi ideoloji olduğunun hiçbir önemi yoktur. İster milliyetçilik, ister sosyalizm olsun önemli olan mevcut ideolojiye toplumun tümünün itaat etmesidir. Bu ideolojiler toplumun tümünü ve tüm ihtiyaçları kapsar. Hayatın dışından olmadığı ve hayatı tümüyle karşıladığı söylenir. İdeolojiye inanmayanlar hainlik yapmış olarak nitelendirilir. 

Totaliter rejimlerde toplum politiktir. Bu politiklik de diğer tüm alanlarda olduğu gibi iktidardaki partinin kontrolündedir. 


Hangi sanatın icra edileceğini, nelerin üretileceğini, kaç tane çocuk dünyaya getirileceğini ve buna benzeyen pek çok alanı iktidar partisi yönetir. 

Totaliter rejimlerde genellikle tek siyasi parti vardır. Göstermelik olarak nadiren başka siyasal partiler kurulsa da bu partilerin olmayan demokrasinin içinde hiçbir yeri yoktur. Bu tek parti sistemi de toplumun tek tip olmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Tek bir ideolojiye sahip toplum için başka bir siyasi partiye ihtiyaç duyulmayacağı düşünülür ve sistem bu düşünceye dayandırılır. Totaliter sistemlerin parti-devlet ve parti-lider bütünleşmelerine de sahip olduğu görülmektedir. 


Totaliter rejimlerde de otoriter rejimlerde olduğu gibi ekonomi genellikle devlet kontrolündedir. İç ekonomi, ithalat, ihracat, üretim, tüketim gibi konuların tümünde devletin parmağı vardır. Totaliter rejimlerde bireylerin kişisel ekonomik özgürlüğü yoktur çünkü ekonomik özgürlük itaatsizliği doğurabilir ve devlet için tehlikeye yol açabilir. 


Totaliter rejimlerde de otoriter rejimlerde olduğu gibi şiddet görülür. Ancak totaliter rejimlerde şiddet çok daha fazla görülür ve şiddetin boyutu da çok daha tehlikelidir. Totaliter rejimlerde korku unsuru toplumun devlete itaati için belirleyici unsurdur. Bu korku devletin sınırsız şiddet gücünden ve halka uygulaması söz konusu olan şiddet tehdidinden kaynaklanır. 


Totaliter rejimlerde devlete tam itaat vardır ancak toplumdaki bireyler arasında güvensizlik mevcuttur. Bireylerin birbirlerini devlete ihbar etme olasılığı üzerinden bireyler arasındaki güven azalarak yok olur ve bu durum devlete itaati kolaylaştırır. 



George Orwell’ın 1984’te Anlattığı Okyanusya’nın Özellikleri


George Orwell’ın 1984 distopyası her ülkenin mevcut düzeni içinden ortaya çıkabilecek bir korku ülkesini anlatmaktadır. Okuduktan sonra insana ‘’Acaba?’’ diye sordurur ve çıkarımlar yaptırır. 


George Orwell’ın Okyanusya’sı dünyadaki üç süper güçten biridir. Avrasya ve Doğu Asya ile dünyanın ortak hâkimi konumundadır. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra dünyada nükleer savaşlar meydana gelmiştir. Bu nükleer savaşların sonucunda ilk olarak Avrasya kurulur. Avrasya’dan sonra 1984’ün distopik ülkesi Okyanusya kurulur. Okyanusya çok büyük bir ülkedir. Amerika, Güney Afrika, İzlanda, Avustralya çevresi ve hava şeridi 1 olarak adlandırılan Britanya, Okyanusya’nın elindedir. Okyanusya’nın belirli bir başkenti olmasa da Londra ve New York şehirleri Okyanusya’nın en önemli iki merkezi konumundadır. 


Kitapta Okyanusya’da İngiliz sosyalizminin hâkim olduğu görülür ve Okyanusya’nın Yenisöylem'inde bu siyasi ideolojiye ‘’İNGSOS’’ denmektedir. Okyanusya’da eski dönemlerden kalan kelimeler kullanmaktan çekinilir ve bu çekince sonucunda Yenisöylem adı verilen yeni bir kelimeler, söylemler bütünü oluşturmuştur. Ancak Yenisöylem de sürekli kontrol altında tutulur. Bu totaliter rejimde de diğer her şeyde olduğu gibi konuşma ve yazı dilinde de devletin mutlak hâkimiyeti söz konusudur. Eskisöylem denen İngilizce olarak bilinen dil bazen kullanılsa da genel bağlamda devletin dili Yenisöylem'dir. 


Okyanusya’nın kitapta anlatılan ve gözünün her zaman insanların üzerinde olduğu belirtilen sahibi Büyük Birader’dir. Big Brother olarak yazılan rejim sahibi aynı zamanda Büyük Yoldaş olarak da nitelendirilebilir. Bütün güç Büyük Birader’in elindedir. Büyük Birader Tanrılar üstüdür fakat İlah gibi her zaman her yerdedir. 

Büyük Birader, her şeyi görür ve bilir. Aynı zamanda hiçbir zaman yanılmaz ve her zaman doğrudur. Büyük Birader gerçekleştirilen devrimin mimarlarındandır ve halka kurtuluşu (!) getirmiştir. Okyanusya’nın her köşesinde Büyük Birader’in dev posterleri vardır. Evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda tele-ekranlar ile Büyük Birader her zaman kendini gösterir ve halkta her an izlendikleri izlenimini uyandırır. Bu kendini gösterme durumu o kadar içselleştirilmiştir ki halk her an her yerde ihtişamıyla Büyük Birader’i anımsar. Düşünmeden zihinlerinin merkezinde Büyük Birader ile beraber yaşarlar. Büyük Birader halk için İç Parti’nin yüzüdür ve İç Parti’yi halk, Büyük Birader ile içselleştirmiştir. 


Okyanusya; İç Parti, Dış Parti ve Proleterler olmak üzere üç farklı nüfustan oluşmaktadır. İç Parti toplam nüfusun %2’sidir. İç Parti’ye mensup olanlar devleti yönetirler ve diğerlerinden farklı, diğerlerinin giremediği yerlerde yaşarlar. Daha iyi yemekler yerler ve kendilerine özel araçları, güzel evleri vardır. Dış Parti orta sınıf halk olarak nüfusun %13’ünü oluşturur. Dış Parti üyeleri devlet için çalışır ve herhangi bir konuda fikir beyan etmezler. Söz hakları yoktur ve kendilerine verilen görevleri devlet politikası çerçevesinde gerçekleştirmekle yükümlüdürler. Bazen İç Parti’nin istediği haberleri yazarlar, bazen İç Parti’nin istediği söylemleri yayarlar. Kendilerine izin verilen tek ekstra hak Victory sigarası ve Victory cini içme hakkıdır. Evlenmek de dâhil her şey yasaktır. Eğer evlenilecekse devlete itaat edecek yeni bir birey dünyaya getirmek için evlenilir. Buna da parti görevi olarak bakılır. İç Parti, Dış Parti’yi her zaman gözetim altında tutar çünkü düşünebilme kapasitesine en çok sahip olanlar Dış Parti üyeleridir ve İç Parti düşünmelerini istemez. Düşünme kabiliyetlerini de devamlı denetim altında tutar. Proleterler geriye kalan %85’lik yoksul işçi kesimini oluşturur. İç Parti proleterleri en aşağı konumda görür ve onları kendi haline bırakmıştır. İç Parti’ye göre proleterlerin düşünme kabiliyeti yoktur ve İç Parti ile devlet için bir tehlike değillerdir. Eğer aralarından biri düşünme kabiliyetini kullanır ve devlete karşı isyan ederse Düşünce Polisi düşünceyi ve bireyi derhal yok eder. İç Parti’nin ideolojisinde hayvanlar ve Proleterler özgürdür. Özgürdürler çünkü istedikleri gibi yaşama, istedikleri kıyafeti giyme, istedikleriyle evlenme özgürlükleri vardır. Böyle bakıldığında Dış Parti üyelerinden çok daha özgürdürler. Kitabın başkahramanı Winston, eğer bir gün bir devrim olacaksa bu devrimin Proleterler tarafından gerçekleştirileceğini düşünür. 


Yenisöylem denen dil, Eskisöylem denen İngilizcenin gereksiz kelimelerden arındırılmış halidir. Yeni bir dil olmasına rağmen Yenisöylem gitgide daralmakta olan bir dildir. Çünkü İç Parti’ye göre ne kadar az kelime kullanılırsa düşünce gücü de o kadar azaltılır. 


Devlet vatandaşlarına Çiftdüşün sistemini kabul ettirmiştir. Bu sistemde iki şey, birbirine ne kadar zıt olsa da devlet istediği takdirde birbirinin yerini alabilir. Devletin doğru dediği doğru, yanlış dediği yanlıştır. Ayrıca devlet siyaha beyaz diyorsa halk için o şey beyazdır. Çiftdüşün sistemi devlete itaatin en önemli argümanıdır.

Okyanusya’da her devlette olduğu gibi bakanlıklar vardır. Sevgi Bakanlığı, Barış Bakanlığı, Varlık Bakanlığı, Gerçek Bakanlığı bu bakanlıklara verilmiş isimlerdir. Bu bakanlıklar her ne kadar isimleriyle ters olsalar da Çiftdüşün sistemi bu bakanlıkların isimlerinin hakkını verdiğini düşündürtür ve öyle kabul edilmesini sağlar.


Gerçek Bakanlığı geçmişi tekrar yazar. Eğer geçmişteki bir olay, devletin dediğiyle çelişiyorsa dergi, makale, sesli kayıt vb. tüm kaynaklar devletin dediğiyle değiştirilir. Gerçek Bakanlığı aslında istenilen gerçeği yeniden yazmakla görevlidir. 

Barış Bakanlığı’nın görevi savaşmak ve halka her zaman savaşın kazanıldığını bildirmektir. Diğer ülkelerle olan savaşlardan Barış Bakanlığı sorumludur ve tele-ekranlardan geçilen haberlerde savaşların her zaman kazanıldığının söylendiği görülmektedir. Ayrıca kitapta savaşın birleştiriciliğinden bahsedilir ve devletin halkı birleştirmek için kullandığı en büyük silah başka ülkelere karşı savaşmak ve halkı diğer ülkelere karşı birlik olmaya teşvik etmektir. Gerçekten de işe yaradığı görülmektedir. 


Sevgi Bakanlığı halkın korkulu rüyasıdır. Cezaevini andırır. Pencere yoktur, dikenli teller, çelik kapılar ve eli coplu askerler vardır. Ayrıca girmeyenin kesin olarak bilmediği fakat az çok tahmin edilen, herkesin kâbusu olan 101 numaralı oda da Sevgi Bakanlığı’nda bulunur. Sevgi Bakanlığı aynı zamanda Dış Parti üyelerinin her hareketini izlemek ve kontrol etmekle görevlidir. 


Varlık Bakanlığı ekonomiden sorumludur. Okyanusya’da halka bireysel olarak üretim izni verilmez. Halka her zaman kalitesiz yiyecek ve içecekler verilir. Böylece aç ve yoksul bırakılan halk her zaman itaat halinde olacaktır. Çünkü açları yönetmek tokları yönetmekten çok daha kolaydır. 


Günümüzde de çok fazla kullandığımız ve örneklerini çok fazla gördüğümüz düşünce suçu 1984’ün Yenisöylemler'inden biridir. Düşünce suçu Okyanusya’da en ağır suçtur çünkü düşünmek devlet için başlı başına bir tehdittir. Herhangi bir mimik, tek başına yürümek, uykudayken konuşmak düşünme suçu dâhiline girebilir. Okyanusya’da düşünce suçunu işleyen birini Düşünce Polisi yakalar fakat Düşünce Polisler'ini suçu işleyene kadar göremez ve fark edemezsiniz. Okyanusya’da bir kişi düşünce suçu işlerse tarihten silinir. O kişiye dair hiçbir kanıt bırakılmaz ve bireysel bir yok oluş gerçekleşir. Yenisöylem'de bu kişilere yitikkişi adı verilir ve tarihten silinme durumu da buharlaşma olarak adlandırılır. 


Okyanusya, ölümün bazen kurtuluş olarak nitelendirilebileceği, insanların insan olmaktan çok birer mal gibi görüldüğü, İç Parti dışında hiçbir şeyin öneminin olmadığı, her şeyin İç Parti için gerçekleştiği, insanların birbirini her an ihbar edebileceği -1984’te bir çocuğun babasını ihbar ettiği durum gösterilir.- tam itaat kültürü olan bir totaliter rejimdir. 



1984 Okyanusya’sı ve Geçmişten Günümüze Totaliter Rejimler


Çok uzun yıllardır dünyanın her yerinde otoriter ve totaliter birden çok rejim görülmüştür. Bazen sosyalizm bazen ırkçılık olarak ortaya çıksa da değişmeyen tek şey rejimin yöntemi ve itaat sistemi olmuştur. 


George Orwell’ın 1984’ü yazarken Stalin SSCB’sinden etkilendiği söylenir ve çoğu noktada bu doğru sayılabilir. Ancak dünyadaki tek baskıcı rejim Stalin SSCB’si değildir. Baskıcı rejimler genellikle otoriter ve totaliter olmak üzere ikiye ayrılır. Geçmişten günümüze otoriter rejimlerin en önemlileri: Arjantin’deki Peron iktidarı, Şili’deki General Pinochet iktidarı, İran’daki Humeyni iktidarı ve Irak’taki Saddam Hüseyin iktidarıdır. Ancak 1984 Okyanusya’sı otoriter rejim olmaktan çok uzak bir totaliter rejimdir. O yüzden geçmişten günümüze var olan totaliter rejimlere bakmak daha doğru olacaktır. Totaliter rejimlerin en önemlileri: faşist çerçevede Mussolini İtalya’sı, Hitler Almanya’sı, komünist-sosyalist çerçevede ise Stalin Rusya’sı, Mao Zedong Çini ve günümüze kadar uzanan Kuzey Kore’dir. 


Mussolini İtalya’sı baskıcı olması, tek ideoloji benimsemesi, İtalya’ya bir bölge katmak istemesi, politik olarak tek tipleşmesi ve üniforma anlayışı ile 1984 Okyanusya’sı ile benzeşmektedir. 

Hitler Almanya’sı veya diğer ismiyle Nazi Almanya’sı kendi devletini üstün görmesi, tek tip ideolojiyi benimsemesi, çalışma-toplama kampları, işçileri tek tipleştirmesi, ortak çatı altında toplaması ve iş gücü maliyetinin en düşük seviyeye çekilmesi açısından 1984 Okyanusya’sı ile benzerdir.

Kendisi de bir sosyalist olan George Orwell’ın eleştirdiği ve 1984’ü de esinlenerek yazdığı iddia edilen Stalin Rusya’sı Okyanusya ile en çok benzeşen totaliter rejimdir. 

Marksist-Leninist ideoloji Stalin Rusya'sında benimsenen ve benimsetilen tek ideolojidir. Stalin Rusya'sının Okyanusya ile ilk göze çarpan benzerliği Stalin’in devrimi beraber gerçekleştirdiği Troçki’yi hain ilan etmesidir. Okyanusya’da Büyük Birader devrimi beraber gerçekleştirdiği Goldstein’ı hain ilan edip halkın ondan nefret etmesini sağlar. Stalin de ters düştüğü Troçki’yi sürgün eder. 


Stalin Rusya’sının Okyanusya ile bir başka benzerliği ise yitikkişi konusundadır. Bazı kaynaklara göre Stalin gözden düşen ve kendi düşüncesine ihanet eden birkaç kişiyi tarihten silmiştir. En belirgin kanıtta bir fotoğrafında yanında bulunan bir Sovyet askerinin, Stalin ile ters düşmesi ve gözden düşmesi sonucunda daha sonra ortaya çıkan kaynaklarda aynı fotoğrafta yer almadığı yani yok olduğu, yok edildiği görülmüştür. Stalin, devlet otoritesine karşı gelenleri Okyanusya’da olduğu gibi çalışma kamplarına gönderiyordu. Bu çalışma kamplarında milyonlarca kişinin can verdiği söylenmektedir. Stalin döneminde Avrupa ve Asya Okyanusya’da olduğu gibi belli ülkeler tarafından yönetiliyor veya baskılanıyordu. Nazi Almanya’sı ve Stalin Rusya’sı iki önemli güçtü. Okyanusya’da olduğu gibi bu iki ülke savaş halindeydi ve Stalin savaşı kazanmak için her şeyi yapıyordu. Ayrıca Stalin, Okyanusya’da olduğu gibi savaş halinde olduğu ülkelerden esirler alıyor ve bu esirleri halkın gözü önünde infaz ediyordu. Polonyalı ve Alman yüz binlerce esir bu dönemde infaz edilmiştir. 

Okyanusya’da olduğu gibi Stalin Rusya'sında da insan canının hiçbir kıymeti yoktu ve Stalin döneminde resmi kayıtlara göre 2,9 milyon resmi olmayan hesaplara göre 60 milyona varabilecek insan öldü. Stalin’in Okyanusya’daki müdahalelere benzeyen sert müdahaleleri genellikle başarıyı getirmiş olsa da ölmeden önce eleştirilemese de öldükten sonra çok fazla eleştirildi. Marksizm-Leninizm ile komünist-sosyalist ideolojiyi devletin her alanına uyarlayan Stalin’den sonra SSCB yavaş yavaş dağılmaya başladı ve resmi olarak 1991’de tamamen dağıldı. Günümüzde Putin yönetimindeki Rusya hâlâ bazı baskıcı politikalarını sürdürse de artık totaliter olmaktan uzak, otoriter rejime yakın bir rejim halini aldı. 


Mao Zedong’un kurtuluşa kavuşturduğu Çin totaliter rejimin görüldüğü ve bazı politikalarıyla Okyanusya ile benzeşen bir başka yönetimdir. Mao’nun en önemli ve Okyanusya ile benzeşen en büyük düşüncesi ideolojiktir. Mao göreve geldiğinde Çin’in her köşesinde ideolojik eğitimler verdirdi ve halkın ideolojik olarak devletin resmi ideolojisini kabul etmesini sağladı. Baştan kurulan her ülke gibi Çin’in kuruluşu da kolay olmadı ve sancılı dönemlerden geçildi. Mao ekonomik ve sistemsel sıkıntılardan dolayı bir süre sonra devlet yönetiminden çekildi ve parti başkanı olarak sembolik bir görevde bulunmak zorunda kaldı. Ancak Mao için daha yapacakları bitmemişti. Mao bu ilk döneminde daha az totaliter olsa da Kültür Devrimi ile Çin’i baştan ele aldıktan sonra totaliter anlayışı daha da artmaya başladı. Kültür Devrimi süresince birçok bilim insanı ve aydın ülkeden sürüldü. Böylece düşünen insanların sürülmesi konusunda Okyanusya ile benzer bir duruma geldi. Mao’nun kapitalizm ile savaşı ve komünist ideolojiyi ülkenin her yerine yayma politikası, halkı tek tipleştirip maliyetleri en aza düşürme düşüncesi Okyanusya ile benzeşmektedir. 


Günümüzde ise Kuzey Kore en büyük totaliter rejim örneğidir. Belki de tarihin Okyanusya ile benzeşen en büyük iktidarı da Kuzey Kore’deki Kim ailesinin iktidarıdır. Kore’nin güney ve kuzey olarak ikiye ayrılmasından sonra Kuzey Kore’de iktidar hep Kim ailesinde kalmıştır. Kuzey Kore tarihi her zaman totaliter olsa da günümüzde Okyanusya ile en çok benzeyen dönem yaşanmaktadır. George Orwell’ın gelecekte diye bahsettiği şey günümüzde Kuzey Kore’de yaşanmakta olanı neredeyse bire bir temsil eder. Kuzey Kore dışa kapalı bir ülke olduğu için iç işleri hakkında bilmemizi istedikleri kadar bilgiye sahibiz. Kuzey Kore’yi her yıl ancak üç bin kadar yabancı ziyaret edebilir ve o ziyaretçiler de ancak hükümetin sınırlandırmaları ile ülkede bulunabilir. Her yere giremez, her şeyi göremezler. 


Kuzey Kore’de Okyanusya’da olduğu gibi televizyon ve radyolar sadece devlet başkanının sözcülüğünü yapar. Okyanusya’da sadece İç Parti ve Büyük Birader’in sözcüsü olan tele-ekranlar, Kuzey Kore’de Kim Jong-Un’un sözcülüğünü yapmaktadır. Okyanusya’da halkın sadece Victory sigarası içtiği söylenmektedir. Kuzey Kore’de de dışarıdan sigara getirmek yasaktır ve sadece devletin ürettiği sigara -o da yüksek fiyatlar ile- tüketilebilmektedir. Halkın sadece devletin istediklerini görebilmesini sağlamak amacı ülkede internet erişiminin olmamasını da beraberinde getirmiştir. Ayrıca Okyanusya’da insanların başka yerlere seyahati konusunda kısıtlamalar olduğu söylenir. Kuzey Kore’de de sıradan bir insanın başka ülkeye gitmesi imkânsız denecek kadar zordur. Okyanusya’da şarkılar devletin belirlediği sözlerle insan dışı aygıtlar tarafından oluşturuluyordu. Kuzey Kore’de de şarkılar devletin denetimindedir ve yönetimi övmek zorundadır. Okyanusya’da tek parti sistemi vardı. İNGSOS dışında bir siyasal oluşuma asla izin verilmiyordu ve bu ideoloji dışındaki her adım bireyleri yok olmaya götürüyordu. Kuzey Kore’de mevcut tek parti sisteminde başka bir oluşuma adım atılmasının cezası Okyanusya’da olduğu gibi idama varabilecek sonuçlar doğurmaktadır. Okyanusya’da sadece İç Parti üyelerinin şahsi araçları vardı ve imkânları çok daha fazlaydı. Kuzey Kore’de de sıradan bir vatandaşın şahsi motorlu taşıtı olduğu neredeyse görülemez. İnsanlar ulaşımını genellikle bisikletlerle sağlarlar. Okyanusya’da Winston ile Julia arasında bir konuşmada elektriklerin belirli bir saatten sonra kesildiği anlaşılıyor. Kuzey Kore’de de geceleri belirli bir saatten sonra ülke genelinde elektrikler kesiliyor. Ayrıca Kuzey Kore Okyanusya gibi tanrısız bir devlettir. Tanrıya inanç yok denecek kadar azdır. Devletin resmi görüşü ateizmdir ve halkın büyük çoğunluğu ateisttir. Böylece halk için tek kutsal Kim Jong-Un’dur. Ayrıca Kuzey Kore aktif olarak olmasa da günümüzde birçok kez savaşın eşiğine gelmiştir. Güçlü bir ordusu olduğu düşünülür ve nükleer-biyolojik silahlar üzerine büyük çalışmaları olduğu iddia edilir. Kuzey Kore’nin günümüzdeki durumunu göze aldığımızda Kim Jong-Un’un 1984’ü okuyup oradaki hayatı ülkesinde yaşamak istediğini düşünmeden etmek neredeyse imkânsız.



Sonuç


Okyanusya’nın mevcut dünya düzeninde Kuzey Kore olarak şekil bulması manidardır. George Orwell, 1984 kitabı ile aslında dünyanın değişmekte olduğunu gözler önüne seriyor ve okuyan herkesi düşünmeye çağırıyor. Otoriter dahi olmayan demokratik rejimler de olmak üzere hiçbir ülkenin Okyanusya’ya evirilmeyeceğinin garantisinin olmadığını belirtiyor. Düşünme eyleminin değerli ve sıradan gibi gözükse de ne kadar olağan dışı boyutlara varabileceğini 1984 ile beraber görüyoruz. George Orwell sosyalist olarak nitelendirilse bile Stalin sosyalizmini eleştirmesi aslında gerçek sosyalizmin ve gerçek düşüncenin dogmalardan uzak diyalektik bir bakış açısı olduğunu bizlere gösteriyor. Körü körüne bağlılığın önünde sonunda totaliter bir rejime evrilmesinin olağanlığını görüyoruz ve günümüzde gitgide artan itaat, bizlere tehlikenin ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. 


Düşünmek hâlâ suç değilken düşüncelerimizin ortasında 1984 distopyasını her zaman bulundurmamız gerekiyor. Belki de düşünen insanlara George Orwell’ın bir teşekkür kitabı olan 1984, aslında düşünmenin sadece dayatılanı düşünmek olmadığını bilen insanların asla unutmayacağı bir kitap olarak zihnimizdeki yerini alıyor. 


101 numaralı odayı hiç görmemek değil, 101 numaralı odanın hiç var olmamasını istemekle gerçek düşünce kendini belli ediyor ve George Orwell’ın -eğer böyle bir şey mümkünse- dünyayı kurtaracağını düşündüğü düşünce yapısı da bu özgür ama toplumcu düşünceyle var oluyor. 

101 numaralı odanın hiç var olmaması dileğiyle…