Elimde okumaktan büyük bir zevk duyduğum "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" var. Kanepeye gömülmüş bir şekilde sayfaları çevirirken kafamı birden pencereye çeviriyorum. Karşı çatıda kalın bir kar tabakası, aşağı doğru sarkan buzdan kılıçlar... Ağaçların dallarına bir konup bir havalanan kuşların kanat çırpışları, esmekte olan rüzgarın uğultusunu oturduğum sıcacık yerde duyduğumdan beni öylesine etkiliyor ki insanın belli bir süre kendini zamandan ve mekandan ayırmasına sebebiyet verdiğini iddia edebilirim. Karşı koltukta mayışmış bir şekilde yatmakta olan kardeşim de bulunduğum ortamın sıcaklığına katkıda bulunduğunu söyleyebilirim. Bir an için kitabı elimden bırakıyorum, elime telefonu alıp gelen bildirimleri inceliyorum. Sonra annemin küçüklükteki hatıralarımı anlatmasını dinliyorum, dilimin ucunun kopmasını, kafamı yere düştüğümde yarmalarımı ve beni kanlı kafamla gördüğündeki bağrışmalarını, evin üstünden düştüğümde kenardaki su vanasına vuran kafamın kanamasıyla vananın patlamasını ve suyun fışkırmasını, benden bir yaş küçük kardeşimle sürekli olan kavgalarımızı anlatmasını bir süre dinliyorum. Çoğunu hatırlamıyorum. Merkezdeki şahsiyet olan ben bu anıları hatırlamıyorum. Çocukluğumun ilk evresindeki olayları hatırlamamam bence en doğal durumlardan birisi. Sonuçta o zamanlarda olayların üzerinde hiç durmadan sürekli devam eden zaman diliminin içinde hayatımı kayıt alma bilince sahip değildim. Sürekli bir andan başka birine savrulmaktan ibaret olan küçüklük hatıralarım belki de beynimin o kadar da önemli görmemesinden dolayı bugün benim gözümün önüne getirememe sebep oluyor. Şu an dahi 5 yıl öncesine dair hayatımda hatırlamadığım pek çok anıların olduğunu da itiraf edebilirim, ki bu da bence herkeste olabilecek bir şey, sonuçta insan unuttukları ve unutamadıklarının ortaya çıkardığı bir ürün oluyor. Geçmişin devam eden etkilerinin yanı sıra bugün yaşanmış olayların etki ve tepkileriyle bir bütün ve anının insanı oluyor. İnsan olmanın en enteresan özelliği de budur belki de?

Ellerim tekrardan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"ne gidiyor ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın büyülü cümlelerinin içine sığınma gereği duyuyorum. Daha dün izlemiş olduğum "Kış Uykusu" filminin bende yaratmış olduğu etkilerin daha da artmasına sebebiyet verecek cümlelerinde yaşıyorum. Karakterler birbirine benziyor ve sanki birbirlerini tamamlıyorlar. Kış Uykusu filmini izledikten sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okumaya başlamak vermiş olduğum en güzel kararlardan biri diyerek kendimi motive ediyorum. Birazdan ayağa kalkıp balkonun penceresi önünde duruyorum. Benim arkamdan bakan bir kamera yok tabii. Sadece izliyorum uzakları, yaprakları düşmüş ve çıplak kalmış ağaçların karla beraber eğilmiş dallarını, elektrik direklerinin birbirine iletmiş olduğu tellerinde soğuğa karşı durmaya çalışan küçücük kuşları, karın üstünde yürümeye çalışan patileri sürekli kara batan kediyi, uzaklardan sesi bize ulaşan köpeklerin havlamasını ve rüzgarın uğultusunu duyumsuyorum. Bir de çok az da olsa yağan karın tanelerini izliyorum. İçimde bir şeyleri tamamlıyor gibi geliyor bana. Ya da yeni boşluklar oluşturuyor. İçeri girip kanepeye oturduğumda hiçbir şey yapmadan düşünceler içinde kalakalıyorum. Belki de düşünmüyorum. İnsan her boş durduğunda düşünmek zorunda mıdır ki?