uzun sessizlikti.

yıllar olmuş, öylece seyretmiştim hayatı. yapabileceklerimin çok üstünde bir cesaretim varken kanadım beklemediğim yerden kırılmıştı.

öylece kalakalmış ve hayatı öylece seyretmiştim. hayatımın en güzel en verimli zamanları. hızlı geçmek yerine çok yavaş geçmiş, dönüp baktığımda hiçbir şey yapmadan geçirilen zamanlar demiştim.

her şey umduğumuz gibi gitmezmiş. üstelik hayatınızın ipleri henüz sizin elinizde değilken birinin o ipleri çekmesi sizi tarumar edebilirmiş. buna izin vermek denemez. yapılacak ve karşı konulacak bir durum bulamazsınız. siz de bu yoldan ayrılmadan ilerlersiniz. eliniz kalbinizde, yol nereye çıkarsa.

onlu yaşlarım bitmek üzere, üzgünüm. daha iyisini yapabilirim diyerek kolları sıvamışken yine hayatımın (hayatımızın) ipleri bir virüsün tekeline geçti. işte öylece seyrediyorum hayatı. bana sıkıntı veren bu durum, artık yalnız olmadığımı bildiğim küresel bir olguyla, bana artık zevk veriyor. ama biliyorum ki ben bundan fazlasıyım. hayat farkında olduğun an başlıyor, bunu çok iyi öğrendim. fakat ya zaman? zaman çok hızlı geçmişse? yapılacak bir şey yok ne yazık ki. siz de hayatınızın bir yerinin bölük pörçük olacak bir şekilde koparıldığı bir anına şahit olduysanız beni anlayacaksınız.

eliniz kalbinizde ve gözünüz daimi ileride olsun (bir dost). zaman hep akıyor. o anda kalmak ve hayatı öylece seyretmek bir şey katmıyor. şimdi, tam burada, şu an başlayacağım.

hayatımızın ipleri diyorum ya: bir yanını biz bir yanını da hayat tutuyor. tek yaptığımız daha sıkı çekerek dengeyi kendimize getirmek. bu yüzden denir hayatının ipleri senin elinde diye. elinizde tutacak kadar sıkı çekin.

Bir şairin, satırları azat edermiş gibi yapması fakat kontrolün kendinde olduğunu hep kendine hatırlatması gibi. yazmak kendimi bulmamı sağlamıştır hep. yine kaybettiğim yerde buldum kendimi.