Özgürlük. Ne kadar güçlü bir kelime değil mi? Herkesin sahip olmak istediği bir güç. Savaş, para, ruh gibi çeşitli yollarla kazanılmaya çalışılmış, türden türe bölünmüş ve yine de gücünden, etkisinden hiçbir şey kaybetmemiş özgürlük. Varlık sahasında kendimizi gösterdiğimizden beri aklımızı kurcalayan, bizi meşgul eden ve nesilden nesle aktarılan bir vizyon özgürlük. Bununla beraber içinde -insanoğlunu barındıran her şeyde olduğu gibi- zafiyetler barındırıyor bu kavram. Hatta hiç de anlatıldığı ve anlaşıldığı gibi insanoğluna dilediği her şeyi yapabilme veya dilemediği hiçbir şeyi yapmama şansı sunmuyor. Neden? Açıklayalım.


İnsanlar her ne yaparlarsa yapsınlar bunun hür irade sonucu olduğunu söylerler. Kendilerine çocukluklarından beri alıştırılmış, öğretilmiş birtakım yaşam biçimi algılayışı ve günümüzde binbir çeşit yollarla uğradıkları manipülasyonları göz ardı ederek şu kararı alıp şu restorana gidip şu yemeği söylerler. Lezzetli gelen sadece yemek değildir, kendi istekleriyle bir eylemi gerçekleştirmiş olmalarına inanmalarıdır. Halbuki günümüzde elektronik cihazlar, reklam sektörü ve sahip olduğumuz çevre, verdiğimiz çoğu kararda etkin bir role sahiptir. Bilinç üstümüzde elbette bütün bunları gözden geçirip karar vermiyoruz, aksi takdirde en ufak bir kararı almamız bile saatler sürebilirdi. Bu tür işleri kolaylaştırmak için, bilinçaltımız, biz daha ne olduğunun farkına varmadan görevini üstleniyor ve sanki biz bir eylemi gerçekleştirmeye karar vermişiz gibi önerilerini hayatımıza sunuyor. Bu durumda “kendi” ve “özgürlük” kavramlarına ne kadar güvenebiliriz ki?


Elbette kendimizi toplumun her kesiminden ve bütün gelişmelerinden izole edemeyiz çünkü insan sosyal bir varlıktır. Bu durumda, sahip olduğumuz fikirlerin tek sahibinin kendimiz olamayacağını da kabullenmemiz gerekiyor. Genellikle insanlar sahip oldukları küresel görüşlerin aslında o kadar da küresel olduklarını bilmeden önce bu konuda konuşmaya veya aktif bir rol göstermeye pek de hevesli olmuyor. Fakat kitlelerin gücüne inandıkları için kendileriyle aynı istekleri paylaşan çoğunlukları gördükleri zaman sokağa çıkma özgürlüklerinden tutun “Kadın cinayetleri politiktir!” diye sloganlar atacak kadar veya bir grup halinde toplanıp mülteci evlerine saldırılar düzenleyecek kadar kendilerini “özgür” ve “atılgan” hissediyorlar.


Yapılan eylemlerin bizlere göre doğruluğunu veya yanlışlığını bir kenara koyalım. İnsanların eylemlere geçmesini veya kalmasını kendileri -ki bu kavramın güvenilirliğinden emin değilim- dışında etkileyen en ufak bir durum söz konusu ise burada özgürlük kavramının yeri yoktur. Kitleleri harekete geçiren, manipüle eden türden etkili konuşmalar yapabilen kimseler, sizi çikolatalı dondurma yemeye de ikna edebilir bir an önce İstanbul’daki muhtarlık seçimlerine oy vermeye de. Şanslıysanız, anlık bir hararetlenmenin kölesi olduğunuzu anlayabilirsiniz yahut en basit fikir belirtme özgürlüğünüzü kullanmış olursunuz.


Elbette özgürlüğün sizi güçlü pençeleriyle kapana sıkıştırdığı tek ikilem bu değil. Eminim birazdan bahsedeceğim şeyi hayatınızda bir kere de olsa yaşamışsınızdır. Bir duygudan aldığınız haz sayesinde hissettiğiniz konfora bağımlı olarak belki bütün teklifleri geri çeviren bir tipsinizdir veya bazı günler o çikolatalı, fıstıklı kekten beş on tane almışsınızdır, hepsini de bir saatte bitirmişsinizdir. Hadi bakalım, burada ne var ne yok. “Canım istedi/istemedi, o yüzden şöyle yaptım.” derken düşünce özgürlüğünüzü kullandığınız fikri neon yazılarla aklınızdadır. “Ben özgür bir bireyim.” cümlesinin size yarattığı hazdan bahsetmiyorum bile... Bu cümleyi kurabilmek için isteyip istemediğiniz ne çok şeyden fedakarlıklar vermişsinizdir oysaki. Sonunda bu cümleyi kurmayı başardığınızda elinizde (!) sadece özgürlüğünüz kalır.


Özgürlüğü ters çevrilmiş bir çorap olarak düşünün. Teknik olarak elinizde tuttuğunuz bu çorap aslında bütün dünyayı giymiş bulunuyor fakat siz onu içinizde barındırdığınıza inanıyorsunuz. Trajedi. İnsanların hayatlarını oluşturan en büyük temellerden birisi de dindir. Herhangi bir dine mensup insanların çoğu da bu dinlerin kurallarını hayatlarına aktarırlar ve una koyulan bir su gibi hem unun özelliklerini değiştirip hem de suyu unun her yeriyle alakaya sokup hamuru oluştururlar. Bu noktada, din kavramının insan hayatına ne kadar etkisi olabileceğini görüyoruz. Hal böyleyken, neden bu kavramın insan hayatına bu kadar dahil ve etkili olduğunu düşünmeden olmaz.


Elbette burada göze çarpan düşüncelerden birisi, dinlerin içlerinde bulundurdukları ceza ve ödül mekanizmaları. Şunu yapana şu güzellikleri ve bunu yapana da bu ızdırapları vadeden binlerce dinin var olduğu bir dünya burası. Bununla beraber, inanan insanların çoğu riayet etmeleri gerektiği söylenen kuralları kendilerine mantıklı ve doğru geldiği için uyguladıklarını söylerler. Asla verilecek cezalar ya da ödüller etkilememiştir onları... “Ah, görüyor musun, kendime şöyle yaptığım için veya şu ortamda bulunduğum için ödül alacakmışım bir de. Tabii ki bu artık benim oraya günde üç kez gitmeme sebep olmayacak (!).” “Bu yaptığımın şurada şöyle bir karşılığı varmış. Bu hoşuma gitmedi, artık böyle yapamam.”


Üzerine düşününce anlıyoruz ki ödül ve ceza mekanizmaları bizim eylemlerimizde her zaman büyük etkileri bulunan ve bize genelde ne düşündüğümüzü sormayan mekanizmalardır. Bu, hukukta da böyledir. Salt olduğuna inanılan bazı kurallar konulmuştur ki -beşerler olarak salt kavramının ulaşılmazlığından uzun uzun başka bir zaman bahsederim- uymak isteyip istememeniz pek de önemli değildir. Artık sadece uymak zorunda olduklarınız söz konusudur. İstemediğiniz şeyleri yapmadığınızda da bu eğer ceza hukukuna ters düşen bir durum teşkil ediyorsa hukukun size özgürlüğünüzü kısıtlamayı gerektiren bir ceza uygulamasına sebep olur. Yani pek özgür kararlarınızla pek özgür olasılıklarınız elinizden alınmıştır. Yine, aynı şekilde, belli özgürlük haklarınızın korunması için yapmak istediğiniz birçok şeyi yapamamış da olabilirsiniz bu kurallar silsilesi kontrolünde.


Her türlü, baktığımızda, hiçbir zaman tam bir özgürlük sahibi olamadığımızı ve olamayacağımızı anlamak pek de güç değil. Bu durum sizi umutsuzluğa düşürmesin. Hepimiz bu sistemler bütünü içerisinde farkında olmadan ve olarak etkiliyor ve etkileniyoruz. Bu da bütün insanları bu kulvarda eşit kılıyor. Her şey biraz farkındalık veya sorgulamadan ibaret. Ve biz, insanlar, muhtaç olduğumuz her şeye bağımlı olmaya ve bu bağımlılık sonucu bazı kavramlarla, kelime şakalarıyla kendimizi avutmaya mahkumuz. Bu denemeyi yazma sebebim bile öylesine değilken ve çevremdeki insanlar ve görüşlerin bu yazıyı oluşturmama bu kadar etkisi olmuşken kendi düşüncelerim midir size sunduğum yoksa aynı anda binlerce kişiyle konuşuyor olabilir misiniz? Bu denemeyi okumaya karar verdiğiniz için size bu denemeyi okumaya karar verdiren her şeye teşekkür ederim.