Kapıdan içeriye girdi ve yerle bir olmuş evi incelemeye başladı. Masa, sandalye hepsi bir tarafa fırlatılmıştı; evin içerisinde sanki bir savaş dönmüştü. Eldivenlerini eline geçirdi ve doğruca cesedin olduğu odaya doğru ilerledi. Gördükleri karşısında resmen bir şok içerisindeydi. Duvarlarda, masada, yatakta, kendi vücudunda, odanın her yerinde daha önce hiç görmediği cinsten tasvirler vardı. Yavaşça cesede doğru yaklaştı ve üzerindekileri incelemeye başladı. Cesedin vücudunda delikler vardı, vurularak öldürüldüğü oldukça açıktı fakat silahlı bir saldırgan için ortalık gereğinden fazla dağınıktı. Ya bir acemi ile karşı karşıyaydı ya da bu dağınıklık bilerek oluşturulmuştu. Cesedin içerisinden bir cüzdan çıktı, cüzdanı açıp baktığında bütün paranın hâlâ içerisinde olduğunu gördü. Katil paraya hiç dokunmamıştı ki bu son derece ürkütücü ve daha büyük bir sorunun da habercisiydi. Katil para istemiyordu, katilin maddi şeylerle bir işi yoktu, daha manevi şeylerle ilgileniyordu ve böyle adamları durdurmak dünyanın en zor işlerinden birisiydi.

Cesedi biraz daha incelerken ceplerinden birisinin içinde bir not buldu, eline aldı ve okumaya başladı: “Şu anda karşında olan şeye iyice bir bak. Ne kadar mutlu olduğuna, ne kadar rahatlamış olduğuna bir bak. Ne kadar özgür olduğuna bir bak. Hiçbirimiz, ne sen ne de ben yerde yatan bu beden kadar özgür değiliz. Hepimiz, her birimiz çevremizin ve ondan da öte kendimizin esiriyiz fakat artık karşındaki kişi dünyanın en özgür insanı. Ben de onu özgürleştiren savaşçının ta kendisiyim.”

Kemal notu aldı ve bir delil torbasının içine koyarak incelenmesi için gönderdi, ortağına döndü ve sordu, “Sen ne düşünüyorsun?” Ortağı biraz ağzını büzdü ve “Bence başşüpheli olarak Nietzsche’yi almalıyız.” diyerek karşılık verdi.

Kemal yanındaki polis memuruna döndü, herhangi bir görgü tanıdığı olup olmadığını sordu ve olmadığını öğrendi. Bu gerçekten çok tuhaf bir durumdu, ev altına üstüne getirilmişti, illaki bir gürültü çıkmış olmalıydı. Hiç kimse mi duymamıştı yani? Ne Kemal’in ne de ortağının buna inanası gelmemişti. Evi iyice inceledikten sonra doğruca yan komşuya gitti, kapısını çaldı ve beklemeye başladı ancak kimse açmadı. Ortağı o kadar öfkelendi ki resmen kapıyı yumruklamaya başladı, “Açın kapıyı polis!” diye haykırıyordu, sesi bütün binada yankılanıyordu. En sonunda kapıyı genç bir kadın açmıştı.

Kemal içeriye girmek için izin istedi, kadın da kendilerini kabul etmek durumunda kaldı, zaten pek bir seçeneği olduğu da söylenemezdi. Oturma odasına geçtiler ve Kemal bir not defteri çıkarıp sorularını sormaya başladı:

—Dün gece burada mıydınız?

—Evet, buradaydım.

—Yanınızdaki evde resmen kıyamet kopmuş ve gerçekten hiçbir şey duymadınız mı?

—Tabii ki duydum, duymamak imkânsızdı zaten. Şimdi siz bana neden size haber vermediğimi soracaksınız değil mi? Siz durun ben size hemen cevap vereyim, o evde her gün kıyamet kopuyordu da o yüzden. Şu anda ölü olan o kız var ya, her gece sevgilisinin tacizine uğruyordu. Her gece o kız o adamla kapışıyordu! Size defalarca kez geldik ve hiçbir şey yapmadınız! Hiçbir şey! En sonunda bunun olacağı çok belli değil miydi! Oldu işte! Şimdi peşine düşeceksiniz değil mi? Düşün haydi! S…ktirin gidin! Bu saatten sonra peşine düşmek neye yarayacaksa, o katilin yakalanması neye yarayacaksa! Sevgilisinin adını da söyleyeyim hatta size, aramakla uğraşmayın!

Kemal ve ortağı açıkçası utançlarından yerin dibine girmek üzereydiler fakat ikisinin de aklında hâlâ o kadar fazla soru işareti vardı ki. Bu soruların hepsi zamanla çözülecek sorulardı, o yüzden tacizcinin adını öğrenip daha fazla rahatsızlık vermemek üzere kalktılar.

Binadaki birkaç evi daha dolaştıklarında bu hikâyenin doğru olduğunu çok sert bir şekilde öğrenmişlerdi, Kemal ortağına döndü ve “Bu kızın katili biziz.” demeden duramadı. İkisi de durumun oldukça farkındaydı fakat işlerine odaklanmak zorundaydılar.

Polis merkezine geldiklerinde ellerindeki bilgileri bir gözden geçirdiler fakat pek bir şey yoktu. Bir tane şüphelileri vardı sadece ve buna tutunmak zorundaydılar. Kemal tacizci sevgilinin adresini sistemden tespit ettikten sonra kendisini ziyaret etmek üzere ortağıyla beraber yola koyuldu.

Adrese geldiklerinde ortalık son derece normaldi, herhangi bir tuhaflık gözükmüyordu. Aşağı kattan zile bastılar fakat açan olmadı, yeniden denediler fakat durum değişmedi. Kapı açılsın diye rastgele bir zile basmayı tercih ettiler, kapı açılmıştı. Tacizcinin kapısının önüne geldiler ve kapıya vurmaya başladılar ancak bu da bir şeyi değiştirmemişti. Kemal, ortağına döndü, “Ne diyorsun, girelim mi?” diye sordu. Ortağı hiç tereddüt bile etmeden bunu onayladı ve cebinden bir adet maymuncuk çıkarıp kapıyla oynamaya başladı. Kapı kilitli bile değildi, hızlıca açılıverdi. Bu ikisinin de son derece tuhafına gitmişti. Tabancalarını çıkardılar ve sanki evin içi mayınla döşeliymiş gibi adım atarak ilerlemeye başladılar. Kemal incelemek için mutfağa doğru ilerledi, ocağın üzerinde ısıtılmış fakat yenmemiş, hiç dokunulmamış bir yumurta gördü. Adam o kadar hızlı evi terk etmek zorunda kalmıştı ki ne yemeğini yiyebilmiş ne de kapıyı kilitlemeyi akıl edebilmişti.

Yatak odasından bir anda ortağı ona doğru bağırmaya başladı, “Kemal! Bunu görmen lazım.” Kemal hızla yatak odasına geçti ve aslında birkaç dakikadır kafasının içinden geçirdiği o ihtimalini gerçek olduğunu gördü. Tacizci ölmüş bir şekilde yatağının üzerinde yatıyordu ve bir not daha bırakılmıştı fakat bu sefer farklı bir biçimde. Kanla duvarın üzerine yazılmış bir not diyordu ki: “Artık arınma zamanı geldi. Artık özgürlük zamanı. Esaret bitmeli.”

Kemal’in gerekli birimlere haber vermesi üzerine bölge kısa sürede kapatıldı. Etraftaki evlerin sorgulanması üzerine de herhangi bir sonuca varılamıyordu. Katil sanki bir hayaletti, sanki duvarların içerisinden geçip geliyordu buralara kadar. Hiç kimse ne duyuyordu ne de görüyordu. Sorulması gereken asıl soru başka bir iz bırakıp bırakmadığıydı ki bunu da ancak kriminal raporları gelince öğrenebilirlerdi. Kemal de bölgeyi inceledikten sonra ortağıyla beraber polis merkezine geri döndü.

Kemal karşısındaki tabloya maktullerin fotoğraflarını yapıştırarak düşünmeye başladı. Ellerindeki tek şüpheliyi de kaybetmişlerdi. Öldürülen iki kişinin birbiriyle bağlantısı vardı ve bunlardan birisi diğerine kötülük yapıyordu. Eğer katil kötülük yapanı öldürmek istiyorsa kötülüğe maruz kalanı neden öldürüyor? Demek ki bu katil bir adalet savaşçısı değildi, başka bir amacı vardı. Her iki olayda da hiçbir maddi eşyaya dokunulmamıştı, paralar ve diğer kıymetli eşyalar olduğu gibi yerinde bırakılmıştı. Bu da katilin amacının maddiyatla ilgili olmadığını gösteriyordu. Kemal ortağına döndü:

—Adam belli ki tam bir deli ve bizim bu delinin kafasında düşünmemiz gerekiyor. Sence amacı ne bu delinin?

—İnsanları özgürleştirmekten bahsedip duruyor. İnsanları öldürerek özgürleştirdiğini mi düşünüyor sence?

—Belli ki öyle. Hayatı bir esaret olarak görüyor olabilir ki bu fikir son derece ürkütücü çünkü öldüreceği sonraki kişide arayacağımız tek özellik şu anda nefes alıyor olması ki bu herkes olabilir. Yaşayan herkes, katilimizin hedefinde.

—Esaret dediği şeyle tam olarak hayatı da kastetmiyor olabilir. Bizi esir alan şey nedir? Buna odaklanmamız gerekiyor olabilir. Bu özgürlük savaşçısı da bizi esir alan bu şeyden sadece öldürerek kurtarabileceğini düşünüyor olabilir değil mi?

—Son derece doğru bir yorum.

Görevli memurlardan birisi odanın içerisine girdi ve kriminal raporunu Kemal’in masasına bırakıp doğruca odayı terk etti. Kemal soğukkanlılıkla raporu eline aldı ve okumaya başladı:

—Hiçbir parmak izi yok. Cesetlerden çıkan kurşunlar aynıymış. Bu da iki olayın birbiriyle bağlantılı olduğunu işaret ediyor. Zaten katil de bunu fark etmemizi istiyordur. Herhangi bir DNA izi de bulunmuyor. Öldürülen kadında tecavüz bulguları bulunsa da açıkça bu tacizcinin işi. Kadının vücudunda şiddetli darp izleri var fakat katilin amacı eğer birilerine özgürlük vermekse…

—Bu darp izleri tacizci sevgilinin işi demek.

—Aynen öyle.

—Peki, ev neden savaş alanı gibiydi?

—Katil muhtemelen evi kadını öldürdükten sonra bilerek dağıttı. Bizi tacizci sevgiliye götürmek istedi ve gözümüze o evde yaşananları sokmak istedi.

—Sonuç olarak şu anda elimizde olan bir şey var mı?

—Maalesef yok.

İkisi beraber delillerin yeniden ve yeniden üzerinden geçti ancak herhangi bir sonuca varamıyorlardı. Adam gerçek bir profesyoneldi, hiçbir iz bırakmadan işini görüyordu ve felsefesini ortaya koymayı başarıyordu. Bütün bunları düşünürken beklenen o haber geldi, üçüncü bir ceset daha bulunmuştu bile.

Kemal olay yerine geldi ve her zamanki gibi etrafı biraz inceledi, masanın üzerinde bir not duruyordu, not bu kez toz uyuşturucuyla yazılmıştı. Belli ki katilin elindeki uyuşturucu mesaj vermeye pek yetmemişti bu yüzden sadece tek bir kelime yazmakla yetinmişti: “Özgürlük.”

Kemal cesedi biraz incelediğinde bir şeyi fark etmesi oldukça kısa sürmüştü, kızın uyuşturucu kullanmaktan adeta eli yüzü düşmüştü. Kızın bir uyuşturucu bağımlısı olduğu çok açıktı.

Ortağı etrafı incelerken Kemal onun yanına gitti ve ağzından şu ballı kelimeler döküldü: “Galiba çözdüm.”

Beraber polis merkezine döndüler ve Kemal aklından geçenleri tek tek ortağına anlatmaya başladı:

—Bak şimdi, bu öldürülenlerin hepsi birbirinden sıkıntılı insanlar. Eminim ki başka cesetler var ve bulunmayı bekliyor ve yine eminim ki hepsinin bir sıkıntısı var. Bulduğumuz ilk cesede bir bakalım, odasının her yeri şeytani diyebileceğimiz tasvirlerle doluydu, ikinci ceset sevgilisine her gece eziyet eden hergelenin birisiydi, üçüncü ceset bir uyuşturucu bağımlısına aitti. O halde bu arkadaşın esaretten kurmaktan kastettiği şey insanları aslında kendinden kurtarmak.

—O hâlde katilin bu kişileri tanıyor olması lazım ve sadece tanımakla da kalmaması lazım, bu kişilerin sorunlarını ona anlatacak kadar ona güveniyor olması lazım. Böyle birisi ya hepsine çok yakın olan birisi olabilir ya da…

—Ya da bir din adamı, bir psikolog veya psikiyatrist olabilir. Şansını hangisinden yana kullanmak istersin?

—Bunların arkadaş çevresini öğrenip sorgulayalım, ortak bir tanıdık bulabilecek miyiz ona bakalım, daha sonrasında psikologlara bakmaya başlayalım, bu arkadaşlar pek Allah yoluna girecek insanlara benzemiyorlar.

—Süreci hızlandırmanın bir yolunu biliyorum. Sende bunların kimlik bilgileri var, değil mi?

—Evet, hepsinin var.

—Şunların sosyal medya hesaplarını biraz kurcalayalım. Bakalım ortak olarak takip ettikleri birileri var mı?

Kemal içeriden bir bilişim uzmanı çağırdı ve kısa sürede kişilerin sosyal medya hesapları bulunup hızlıca süzgeçten geçirildi. Bu inceleme sonucunda üç cesedin de ortak olarak takip ettiği bir hesap bulundu. Bir psikoloğa aitti bu hesap.

Kemal ve ortağı hızla hazırlanıp yanlarına birkaç kişilik bir ekip de alarak hızla psikoloğun ofisine doğru yola koyuldu. Oraya vardıklarında fazla beklemeden kapıyı kırıp içeri daldılar. Ofis boştu, hiç kimse yoktu fakat arkaya doğru açılan bir kapı vardı. Kemal kapıdan içeriye doğru girdi ve gördükleri karşısında âdeta ağzı açık kaldı. Psikolog, oluşturduğu bir hedefler haritasının önünde ölü şekilde oturuyordu. Elindeki silahtan da anlaşılacağı üzere kendi kafasına sıkmıştı. Kemal haritaya doğru yaklaştı ve incelemeye başladı, tam on iki tane fotoğraf asılıydı haritada ve hepsinin de üzerinde çarpı vardı. Kemal dehşete düşmüş bir şekilde arkasını döndü ve cesedin kucağında bir not parçası daha gördü:

“Ben görevimi tamamladım. Ben bütün hastalarımı iyileştirdim. Hepsini özgür bıraktım. Hepsi kendi zihinlerinin, kendi bilinçaltlarının birer esiri olmuş insanlardı. Hepimiz öyleyiz, her birimiz öyleyiz, hiçbirimiz özgür değiliz. Hiçbirimiz gerçeği göremeyiz, hepimiz zihnimiz bize neyi gösterirse onu görürüz. Hepimiz esaret altındayız fakat bu insanlar hepimizden daha çok esaret altındaydı. Ben işimi yaptım ve onları iyileştirdim, onları özgür bıraktım. Şimdi, şimdi ben de hastayım ve bu son hastayı da iyileştireceğim.”