Ölüm teması yüzyıllar boyunca işlenmişti. İnsanlar ölümle o kadar çok ilgilendi ki ölümün ardında ne olduğunu, neyin beklediğini düşünüp durdular. Kimileri ölülerini mumyalayarak kimileri ise akbabalara yedirerek şereflendirdi. Tanrı, meleğine insanların hayatlarını alması için güç bahşetti. Melek ise Tanrı'nın bu istediğini geri çevirmedi. Kimi insanları erken, kimilerini ise geç yanına aldı. Milyarlarca insan ölümün tadına bakmıştı. Her insan farklı yolla ölmüştü. Kimilerinin kafası giyotinle, kimilerinin kan damarları zehirle, kimileri ise gece yatağında huzur içinde uyurken ölmüştü. Bir gün insan ölüm meleğiyle tanışırken ona: "Neden?" diye sorar. Melek soruyu cevaplamaz, canını oracıkta alır. Başka bir insan ona: "Yapma." der melek yine canını alır. Melek hiçbir şey hissetmez, halden anlamaz, sadece görevini yapar. Bir gün Tanrı ona: "İstersen konuşabilirsin" der. Melek ölüm anı gelen bir insana der: "Sen iyi bir insandın ama vaktin doldu." İnsan ona "Hayatım boyunca bu anı hayal etmiştim." der. Melek: "Neden?" diye sorar. İnsan: "Her canlı gibi ölümle tanışmak istiyordum." Melek "Hayal ettiğin gibi bir şey mi?" diye sorar. İnsan ona: "Hayır, değil." der. Melek: "Binlerce yıl boyunca insanların ruhlarını çektim. Azap içerisindeki ruhlar: 'Lütfen beni bu bedenden al' diye yalvarıyordu. Kalpleri simsiyah olanlar çığlık çığlığa beni özgürlüğe kavuştur diyordu. Ölüm aslında özgürlüktür. Şimdi ruhun bedeninde dolaşıyor. Ruhu bedenleriyle anlaşamayan insanlar acı içerisinde bana yalvarıyor. Tanrı bu yüzden susmamı emretmişti. Acı çeken ruhların iniltilerini duymak cehennemden de beterdi. Ama alıştım. Acı çeken ruhları özgürlüğüne kavuşturmak için çalışıyorum. Senin ruhun bedeninle anlaşıyor. Bu yüzden ruhun acı içerisinde değil. Hayal ettiğin senaryo senin için gerçekleşmeyecek."