Özgürlüğün denizden sonraki adı karanlık. Işıksızlık serinliğinde yürümek, yürümek, yürümek. Saat gelmiş, yakıyorlarmış ışıkları. Ama karartı. Yüzüme esiyor yel, derin nefes alıyorum. Düşümde piyanolar duyup dans ediyorum. Birkaç ışık görüyorum, takip ediyor beni. Ben özgürlük yolunda ilerliyorum, ilerliyorum. Ağır aksak. Tıkırdanarak.

Arıyorum bizimkileri, neredesiniz çocuklar?

Buradayız.

Yıldız kayıyor. En büyük şeyi diledim Mi. En. Büyük. Şey. Gerçekleşti. Soley. Sarı ışıkların aslılığı yanıyor, sönüyor. Yanıyor, sönüyor. Tüm ışıklar sönüyor, o kalıyor. Seviyoruz bunu Mi. Perdelerin ardındaki güzel saçlı kadın ona bakıyor. Aslı bu. Aslı demedim. aslı.

Dokunmak özgürlüğe. Sırtımı yaslıyorum, altımda tonlarca desen var. Üzerim yine beyaz. Özgürlüğün rengini düşünerek devam ediyorum rüzgara. Beyaz. Siyah. Sarı. Sarı olmaz. Söyler, söyler siyah diye. Su ne renkse, rüzgar derya ne renkse o. Avuçlarım üşüyor, seviniyorum.

Sallantı. Tıkırtı. Dans. Rüzgarla dans. Yıldızların yönünde ilerlerken güvenlik kulübesinde bir adam var zannediyorum oradan her geçişimde. Çünkü onun ışığı yok. Ama başka üşüyenler var. Kıtır kıtır kahvaltı etmekteler. Yolum yine karanlığa düşüyor. Payıma. Düşen. Ne. Görüyorum: Merdivenler. Bu sefer çıkmayı seçiyorum Mi. Şarkılar duyuyorum deryadan gelen. Ah. Şimdi olmuyor bu rüzgara. Uzak diyarlara yürü diyen bizimkilerin sesini işitiyorum. Şimdi benim yanımda ihtiyarlamak Mi. Şimdi sıra ihtiyarlamakta. Biliyorum, biliyorum, biliyorum. Ellerim orada. Şimdi ellerimi gördüm. Tuttum, bırakmadım.

Delice koşmam gerekliydi, gerekliydi, gerekliydi.