hayatımın altını gördüğümden beri üstüne çıkamadım bir türlü. ne zaman su yüzüne çıkıp nefes aldığımı sansam çamurlu dalgalar çarptı suratıma ve daha da dibe battım. çok fazla kum yuttum, böbreklerimin bile taşıyabileceğinden fazlaca kum.


valizlerimi boşaltmamayı alışkanlık haline getirdim artık, yolları kendine yurt edinip göç etmek değil bu. virane halde üzerinden akan kumları temizleyerek yürümeye çalışmak elinde valizle. durduğum zaman ne yapacağımı bilemediğimden ve sanırım harabe halimle yüzleşmekten korktuğumdan durmadım hiç. son nefesimin ağırlığını hissetmemek için sürekli nefes aldım islerin ortasında, maden ocaklarının külünü yuttum durmadan.


bir keresinde sana "ben sen olmaktan korkuyorum" demiştim didem, hatırlar mısın? o yolları geçeli çok oldu, duraklarını kaybetmiş otobüs seferleri gibiyim uzun süredir. haliyle korkularım da değişti. emin ol şu an karşımda olsan sen bana benzemekten, ben olmaktan korkardın. yosun tutmuş aynamı silmiyorum bilerek yosun tutmuş gözlerimi görmemek için.


varolan tüm merhemlerimi tükettim, gelip senden merhem istemeye de utanıyorum artık. neyim ben, sürekli ilaçlarla ayakta tutulmaya çalışılan hastalıklı bir ağaç mı? köklerime ne kadar aşı yaparsan yap. dallarım çürüyor, meyvelerim çiçek iken güneşi göremeden daha kapıyorlar kendilerini. hangi aşı ile ayakta tutacaksın daha beni?


aradığım virane topraklar, köküm, kökenim... hepsinden tutam tutam alıp koydum göğüs kafesimdeki saksıya. inşa etmeye çalıştığım evimin harcını da koydum. bir süredir, her ne kadar dallarım yer çekimiyle iş birliği yapıp bana sırtlarını çevirseler de yanıbaşımdaki fidanı yetiştirmeye çalıştım. nasıl ki ben küçücük bir fidan iken dostum beni suladı ve kocaman bir ağaç oldum, o da büyüsün ve kocaman olsun istedim. evimde ne varsa verdim ona, en güzel masa örtülerinden misafir terliklerine kadar... sonra bir gün tuğlaların arasında kendi çamurumu gördüm. onu oraya ben koymadım ama didem benden mi bulaştı o çamur ona? genlerle taşınan acı silsilesi içinde onun yeri yoktu. o yeşerecek ve göğe uzanacaktı. öyle ki güneş bile kıskanacaktı güzelliğini. şimdi bu çamur da neyin nesi?


alıp kendi dallarıma sürmek istedim çamurunu, benim yosunum arasında erirdi zaten. ama o daha körpecik, onun bedeninde barınamaz ki o çamur. onu zehirler. kucağımda ağlarken zehrini akıtmasını istedim bana, yıllar öncesinden tanıştığım acımla karşılaştım sonra. sanırım en kumlu dalgalardan birini o kucağımda ağlarken yedim. o da benimle batmasın diye suyun üstünde kaldım ama sonra anladım ne kadar dipte olduğumu.


o gün söz verdim kendime didem, hayatla mücadelemi o an farkettim çünkü. yıllardır yanımda taşıdığım valizi onun taşımasına izin vermeyeceğim. elimde avucumda toprak namına ne varsa onun için yurt yapacağım ki kendini bu dünyanın üzerinde bir ağırlıktan ibaret hissetmesin. evi olduğunu bilsin, benim aksime.