Yerimiz taş, göğümüz taş. Öyle bir haldeyim ki bir mağara sanki... İçine sıkışmışım, nasıl anlatayım gök mavi diye?

Ortada yanan ateşimin aydınlattığı, turuncu harelerle kaplı, kayalardan müteşekkil gökyüzüm var benim. Sağa bakıyorum taş, sola bakıyorum taş. Dediği gibi ehli şiirin: “İçimde bir Galata kulesi taş taş üstüne.”

Diyemem şikayetçiyim, zira kendime şikayetim. Böyle olduysa, bu hale geldiyse neden?

Atılan taşları hep kenara koydum, içimde biriktirdim. Bazıları evin temeli gibi en derinlerde. Yok sayıp örtmüşüm üstünü ama depremde sarsıntıyı ilk onlar hissediyor. Bunlar bana gelenler. Ya benim taşlarım? Onlar da ayrı bir köşede birikti. Elime alıp atamadıklarım, kalp camına denk gelmesinden korktuklarım...

İnsan zaten hep korkusunun esiri olmaz mı? Korktukları karşısında küçücük kalır, büzüşür. Ne zaman ki korkular ona değil, o korkularının üzerine gitmeye başladı, büyür içindekilerle. Taşların üzerine basa basa gider bu defa korkusuzca...