Çok denedim kaçmayı. Aklımdaki deli düşlerden uzağa. Her gün yaşamanın hayalini kurdurdular bana. Gecesinde ise çok farklı şekillerde misafirimdi ölüm. Sadece bununla kalmıyordu aklım. Çoktan yitmişleri getiriyordu önüme, ağlarken güldüklerimi hatırlıyordu, özlediklerimi dolduruyordu gözlerime. Binbir türlü acı fikirle ağlatıyordu annemi, kahrediyordu babamı. İşte o an kalp çıkan canına değil de yaktığı canlara kanıyordu. Uyutmuyordu. Geceye aşık beni soğutuyordu karanlıktan. Yıldızlara rağmen soğutuyordu.


İncecik iplerimi kimseye dolamadan yaşamaktı esas olan. Sessiz, sakin, incinmeden… Soğuk elleri, düşsüz zihinleri, kimsesiz bir çocuğu, gün yüzü görmemiş bir kadını düşünmeden yaşamak. Becerebilene bir cennet yeryüzü. Ve becerikli insanlarla dolu bu dünya. 


En beceriksizlerindenim bu panayır yerinin. Yaşamaktan çok yaşatmak için yanıyor ruhum. Hem nasıl yanmak bu. Dünyanın mantosu geçmiş sanki üstüme. Tüm volkanlar akıyor kalbime. Nemrut, Süphan, Erciyes… 


Neden bahsediyorum bunlardan? Dedim ya! Uyutmuyor aklım beni. Eski püskü yurdumun tahtadan ranzası üstündeyim. Cenin olup küçülmüş vücudum. Ailemin özlemi çökmüş göğsüme. Ölmüşlere ağlıyorum bu gece, şimdiden ölmemişlerimin yasını tutarken.