Bir süredir üzerinde düşündüğüm bir konuydu Panoptikon. Felsefe'ye merak saldığım zamanlarda da ilk duyduğumda çok ilgimi çekmişti zaten. Günümüzde "modern gözetlemenin temeli" denen bu Panoptikon aslında sandığımızdan daha da çok ve kendi doğası gereği "görünmez" bir biçimde hayatımızda yer alıyor. Peki nedir bu Panoptikon?
Panoptikon esas olarak mimari bir yapı. 18. yüzyılda İngiliz düşünür ve sosyal teorisyen Jeremy Bentham tarafından, ilk olarak hapishane dizaynlarında kullanılmak üzere ortaya atılmıştır. Buna göre hapishane tamamen yuvarlak olup, içinde 9 metrekarelik 300'e yakın hücre ve mahkum bulunmaktadır. Fakat en önemli noktası mahkumların, yapının tam ortasında çapı daha küçük başka bir yuvarlak kule içinde bulunan, az sayıda ve mahkumlar tarafından görülemeyen bir gardiyan ekibi tarafından izlenebilmesidir. İşleyiş açısından pek ilginizi çekmedi mi? Şöyle anlatayım:
49 numaralı mahkum hapishaneye ilk defa giriş yapacakken ona kurallar, görüşme saatleri, yemek saatleri gibi bilgilerin yanı sıra içeride sürekli onu izleyen bir "göz"ün varlığından da bahsediliyor. Hatta bir de üstüne diyorlar ki: O seni her an izliyor olacak ama sen onu göremeyeceksin. Diş fırçandan kesici alet yapmaya kalkışırken iki kere düşün.
İşte tam da bu noktada hapishane, mahkum 49 için mental ve psikolojik bir mahkumiyet haline de dönüşüyor. ''İyi de bu insanlar zaten suçlu ve düzeltilmeleri gerekiyor. Bence bu uygulama gayet mantıklı. Suç işlemeselerdi.'' argümanının anlaşılabilir bir yanı olduğunu kabul etmek durumundayım. Ama Panoptikon sadece bir hapishane dizaynı olmaktan çok kısa sürede çıktı ve Bentham, kardeşi Samuel Bentham ile birlikte bu fikrin üstünde iki sene kadar kafa yordular. Hatta Jeremy bununla da kalmadı, Panoptikon meşrulaşsın diye sıfırdan bir ceza kanunu taslağı yazdı. Bunun üzerine 1788-89 yıllarında Panoptikon bir yapıdan çok bir fenomen hâlini aldı. Hapishanelerin yanı sıra, akıl hastaneleri, fabrikalar ve hatta bazı okullarda uygulandı.
Biraz daha günümüze yaklaşacak olursak, 1970'lerde, ünlü Fransız düşünür (bazılarına göre Fransız felsefesinin kötü çocuğu) Michel Foucault, Panoptikon hakkında önemli düşünceler ortaya atmıştır. Foucault, klinik tıp ve 18. yüzyıl hastane mimarisi üzerinde çalışmalarını sürdürdüğü dönemde Panoptikon ile tanışmış ve 1970'li yıllarda "Disiplin Teorisi" adıyla geliştirdiği düşünsel sisteminde bu olguya yer vermiştir. Sıkıldınız mı? Hemen gitmeyin, bu sıkıcı bölümü de anlatıp günümüze geçeceğim, söz!
Foucault'nun Disiplin Teorisi kısaca şunu belirtir: 18. yüzyılda "disiplin" olgusu toplumların içsel dinamiklerindeki bozuklukları ve pürüzleri giderip işlevselliği ve uysallığı arttırmak için önemli bir araçtır. Bu bağlamda Foucault, Panoptikon'u bir metafor olarak kullanmış ve amacının "teftiş" olması gerektiğini söylemiştir. Biz de yedik!
Gelelim şimdi konunun aslında ciddileştiği yere yani 20. ve 21. yüzyılda nasıl bir Panoptikon içinde olduğumuza. Herkesin bu sıralarda dilinden düşüremediği meşhur ''1984'' romanı bildiğiniz üzere içinde yaşadığımız düzen, sosyal ilişkilerin bitmişliği, sınıf ayrımı, gelir eşitsizliği gibi konuların müthiş bir çarpıcılıkla işlendiği bir romandır. İşte Panoptikon'u ana amacıyla ve deyim yerindeyse tam anlamıyla kötülüğe hizmet ederken Orwell'in 1984'ünü uyarlanmış film halinde görüyoruz.
Biraz daha ilerleyelim, 1990'lı yıllarda Truman Show filminin konusu, Truman'ın tamamıyla yapmacık bir gerçeklikten çıkmaya çalışmasını işler. Bu sırada biz de herkes gibi "gözetleyici" bakış açısıyla Truman'ın güya "teftiş" edilmesini izleriz. Yine bu yıllarda ortaya çıkan Big Brother isimli televizyon programı da bir eve toplanmış bir insan grubunun günlük yaşadıklarını biraz da ''reality TV'' sosuyla magazinsel değer katılarak bize sunulmuş hâlidir. Daha da güncel olarak, Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi'nde "Sauron'un Gözü" (yüzük üzerinden de olsa) bütün Orta Dünya'nın üzerinde, çok uzaktan görülebilen devasa bir kule üzerinde bütün ırkları izleyen bir Panoptikon metaforu olarak yorumlanabilir.
Peki işin çivisinin çıktığı yer neresi?
Panoptikon, kişisel hakların ihlalini "denetim" ve "teftiş" gibi kavramlar üzerinden kafamıza vura vura gerçekleştiren bir metafor, bir fikir bütünü olsa da, günlük hayatımızdaki şeklinin aslında hiyerarşinin işlevselliğini yaratmada ve arttırmada yer aldığını düşünüyorum. Çalıştığımız yerleri düşünelim. Özellikle seri üretim ya da yüksek sayıda üretim yapan fabrikalarda, otomasyon gerektirmeyen her noktada işçiler ya bir kamera, ya da yakınlarda depodan bozma ustabaşı ofislerinin varlığı ile denetim altındadır. Zaten Bentham'ın etkilendiği ve sonra da çok sayıda devletin, siyasi temellerini oluştururken benimsediği "faydacılık" prensibi, Panoptikon üzerinden hapishanelerden sonra ilk olarak fabrikalarda kullanılmıştır. İş verimi, iş yerinde istenmeyen ikili ilişkilerin denetimi vb. kavramlar, aynı Panoptikon'un oluşturduğu "her dakika izlenme" hissiyatını çalışanlara empoze ederek iş yeri hiyerarşisinin başka boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Hemen bir örnek verelim:
Benim çalıştığım yer bir fabrika ve an itibariyle fabrikanın dışında içeridekinden daha az kamera var. Daha önce çalıştığım küçük çaplı bir patron şirketinde ise çalışanlar kıdem sıralamalarına göre farklı katlara yerleştiriliyordu. En üstte de şirket sahibi olduğu için herkes patronun her an gelebilme ihtimaline karşı hazırda bekliyordu. Hatta bazı günler patronun şirket arabası kapının önünde dururdu ki çalışanlar onu şirkette sansın.
Yani gelmek istediğim nokta aslında Panoptikon'un sosyal hayatımızda gerçekten de bizim göremediğimiz etkisini, beklediğimden daha ciddi ve acı bir şekilde yaşadığımız. Özellikle modern iş hayatı işleyişine baktığınızda, büfesinden patron şirketine, mağazalar zincirinden son derece kurumsal Fortune 500 şirketlerine kadar bu hiyerarşi her türlü sosyal ilişkinin vazgeçilmez bir tuğlası haline gelmiş durumda. Daha somut örnekleri Mobese kameraları, CCTV, EarthCam gibi aslında çok da problemli olmayan ve işe de yarayan aletler gibi gözükse de, izlendiğimiz ve hakkımızda bilgi toplanmasından tutun, yaşadığımız ''mobbing''e kadar, Bentham kardeşlerin mahkum gözetimi için bulduğu bu fikir hâlâ oldukça etkili. Sizin başınızı ağrıtmamın sebebi de neredeyse 230 yıl önce çıkan bu fikrin evrim geçirerek bugünkü haline gelmesi ve günlük yaşantılarımıza bu seviyede dokunabilmesinin bana verdiği şaşkınlık hissiydi. Umarım keyif almışsınızdır.
umutulas
2021-08-21T15:09:06+03:00Buna benzer bir yazı yazmıştım; "faşist mimari" adında. Siyasal bir sistem olarak faşizm, kapitalizmin bir doğal uzantısıdır ve sanata, edebiyata bir bakışı olduğu gibi mimariye de bir bakışı vardır. İnsanları zapturapt altına almak ise nihai hedeftir. Benim bu bağlamda ilk gördüğüm şey aynalı camlardı. Ben de sizin gibi izlendiğim hissine ilk olarak patronun aynalı camlı bürosuna bakınca kapılmıştım. Aynı şey olmasa da kapılardaki gözetleme delikleri, güvenlik kameraları da aynı şeye hizmet ediyordu. Sadece bu değil, telefonlar da artık bir tür izleme cihazı ve bunu hepimiz gönüllü olarak yapıyoruz.