Samoalı kabile reisi Tuiavii’nin gözünden modern insana -Avrupalılara- dair eleştiri ve yorumlar içeren, insanın kendi yaşadığı modern dünyaya dıştan bakabilmesini sağlayan, modern insanın handikaplarını anlatarak insanın ufkunu genişleten ve Papalagi’nin aslında mutlu olmadığını anlatan harika bir kitap. Kitabı okuduğunuz zaman bilgeliğin herhangi bir eğitime değil doğal yalınlığa dayandığını anlıyorsunuz.

Papalagi, beyazlar ve yabancılar olarak anlaşılır. Sözcüğü sözcüğüne çevrilir ise "göğü delen adam" anlamına gelir. İlk misyoner, bir yelkenli ile adaya gelmiştir. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak görürler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O beyaz adam, göğü delip gelmiştir, bundan dolayı beyazların ve yabancıların adı Papalagi yani göğü delen adamdır.

Kitabın ilk bölümü Papalagi’nin çeşitli kılıflar ve örtüler giymesinden bahseder. Modern insanın ilk intibağı kıyafetler üzerine kurulu olduğu için kadınlar ve erkekler giyimlerine çok önem verir. Bu giyim ve kuşam toplumsal etiketleri ve statüleri oluşturur. Giyim ve kuşama göre saygınlık artar. Bedenimizin neredeyse tümünü kaplayan bu örtüler, ağır takı ve ayakkabılar Tuiavii’e göre aslında insanlara eziyettir.

Papalagi’nin inanışına göre et günah olduğu için kadınlar ve erkekler sıkı sıkıya örtünür. Papalagi’nin gövdesi, başından ayak parmaklarına kadar çeşitli hasırlar, örtüler ve deriler ile örtülüdür. (Çorap, kundura, sütyen gibi giysilerden söz eder.) Özellikle kadınlar bedenlerini iyice örter böylece kimse onu görememiş ve onun bedeninin güzelliğinden zevk alamamış olur.

Tuiavii, anlam veremediği ve paradoksal olarak değerlendirdiği tutumlarını Papalagi’nin budala ve kör olması ile açıklar. Papalagi’nin gerçek mutluluğa sağır olduğu ve utancını gizlemek istediği için de kat kat örtünmesi gerektiğini ifade eder.

Kitabın devamında Papalagi’nin yaşadığı kentsel mekânlardan ve özel mülkiyetten bahsedilir. Büyük binalar kendi içlerinde küçük evlere ayrılır, evler ise daha küçük odalara ayrılır ve her bir odanın kullanım amacı başkadır. Papalagi dört duvar arasına sıkışmış bir halde yaşamaktadır. Papalagiler karşılaştığı zaman ya isteksizce selamlaşırlar ya da düşman böcekler gibi mırıldanırlar. Sanki bir arada yaşamak zorunda oldukları için hiddetli ve mutsuz gibidirler. Aslında bu kendi yarattığımız hapishanelerde ne kadar sıkıldığımızın kanıtıdır.

Papalagi doğaya karşı haddini aşarak doğanın bize verdiğini sahiplenir ve buna özel mülkiyet der. Modern insan yalnızca kendi yararını düşünür. Bu modern insanın her şeyi ele geçirdiği yerlerde elleri boş kalanlarda mutlaka olur. Papalagi’nin yüzlerce döşeği olsa bile bir tanesini dahi paylaşmak istemez ve üstüne üstelik döşeği olmayan birine sitem eder ve onu suçlar. Papalagi benim olan yalnızca ve tek başına bana aittir, der.

Kitabın diğer bölümlerinde ise para, meslek, makine, Papalagi’nin şeyleri ve doyumsuzluktan bahseder.

Papalagi’nin gerçek tanrısı paradır. Papalagi para uğruna mutluluğunu, vicdanını, sağlığını, onurunu, ailesini kaybeder ama parayı sevmekten vazgeçmez. Modern dünyada yaşadığın ev, yürüdüğün yol, odanı aydınlatan ışık için para ödemen gerekir.

Papalagi için para belirleyici bir unsurdur. Yani statü, kaynak erişimi ve saygınlık para ile eş değerdir. Para kazanmak için meslek sahibi olmak gerekir. Meslek sahibi olmak sürekli aynı şeyi yapmak demektir. Oysa bu durum bazı yetilerimizin körelmesine sebep olur fakat modern dünyamızda meslek sahibi olmayan bir Papalagi’nin evlenmesi bile mümkün değildir. Eğer bir Papalagi yanlış meslek seçimi yaparsa bu durum onun mutluluğunu gasp eder.
Papalagi’nin yaşadığı bu modern dünyada çok çalışan herkesin çok parası olmaz, sadece aklını kullanarak kısa yoldan para kazanmanın yolunu bilenler zengindir. Bütün bu durum ise K. Marx’ın dediği gibi "Ekonomik alt yapı tüm kültürel üst yapıyı etkiler." sözü ile net bir şekilde açıklanır.

Tüketim çılgınlığına, fazla eşyaya sahip olma isteğine sebep olan makinelerden Tuiavii "Avrupa'nın ulu büyücüsü" olarak bahseder. Makineler sayesinde üretim hızlandı ve arttı dolayısıyla insan emeğine dayalı tek ve özel eşyaların yerini seri üretim eşyalar aldı. Bu yüzden Papalagi hiçbir şeyi sevemez çünkü makine her şeyin aynısından bir daha yapabilir. Her şeyden fazlaca olması zamanla doyumsuzluğu yarattı ve Papalagi paylaşmayı, yardımlaşmayı unutur hale gelir.

Papalagi hiçbir "şeyi" olmayanı yoksul, yardıma muhtaç görür. Kapitalist sistem varlığını devam ettirebilmek için modern insanı bir taraftan sürekli kazanmaya bir taraftan da sürekli harcamaya teşvik eder. Bunun için de mütemadiyen ihtiyaç listesine hep yenilerini ekler. Papalagi sürekli yeni “şey”lere ihtiyaç duyar. Oysa fazla eşya insan ruhunu yok eder ve onu fakirleştirir fakat tüketim çılgınlığına alışmış modern dünya insanı bunu kavrayamaz.

Papalagi’nin tüm bunlar arasından en sevdiği diğer şey zamandır. Zamanı elle tutmak mümkün değildir ama saat adını verdikleri aletleri bileklerinde taşırlar. Modern dünyada zamanı olan yoktur. Papalagi "Zaman hiç yetmiyor!" diye sızlanır durur, bu sırada zaman alan binlerce şey sıralar ve söylene söylene işinin başına döner ama her seferinde bugünün işini yarına bırakır. Belki de Papalagi zamanı tanıyıp anlayamamıştır. Oysa insanın bolca zamanı vardı ama Papalagi onu kullanmayı bilmiyordu. Zamanın ruhunu anlayamayan Papalagi zamansızlık içinde sıkışıp kalmıştı.

Yalancı yaşamlar mekânı, sinema. Sinemada yoksul zengini oynar, zengin yoksulu, hasta kendini sağlıklı yerine koyar, zayıf güçlü yerine. Papalagi gerçek yaşamda yaşamadığı, yaşayamayacağı ne varsa bu karanlık-yalancı mekân içinde yaşar. Papalagi bu sahte yaşamla tatmin olur. Çünkü gerçeklik ile bağı kopmuştur.

Papalagi’nin tüm bilgeliği, gazete adı verilmiş kâğıtlara dökülmüştür. Modern dünya insanı sabahları ve akşamları gazete okur çünkü daha iyi düşünebilmek ve kafasının içi daha çok şey ile dolsun ister.

Papalagi hiç durmadan düşünür, hatta öyle çok düşünür ki düşünmekten anı yaşamayı unutur. Anın mutluluğunu düşünürken yine anı kaçırmış olur. Modern insan öylesine çok düşünür ki artık düşünmek bir zorunluluk ve alışkanlık haline gelmiştir. Fakat Papalagi mutluluğu düşündüğü zaman yüzü gülmez çünkü onun düşünceleri duyularına düşmandır.

Papalagi ruhunu kafasındaki düşünceleri ile besler. Çocukların da ruhunu beslemek için onları düşünce hasırları denen kitapları didiklemek zorunda bırakırlar. Onlar buna ruhu eğitmek der ve bunun sonucunda eğitim gibi bir çılgınlık ortaya çıkar. Eğitim tek Papalagi'ye tek bir konuda uzmanlaşmayı öğreterek ona ve mutluluğuna zincir vurur.

Tuiavii Avrupa'nın kötü ruhu temsil ettiğini, masumiyetini korumak isteyenlerin sakınması gereken yıkıcı ilke olduğunu düşünür ve halkını bu yıkıcı ilkeye karşı daima uyanık ve korunaklı olma noktasında uyarır.