Koparıldıkça "kim bilirli" ihtimallerin azaldığı, nefesin daraldığı, yaz yağmurlarının alacaklı haliyle çat kapı geldiği ve sonucun doğumla ölüm arasındaki zamanın sıkışıklığına mahkum edildiği o anın üç hav hav ile altı cik cik öncesiydi. Papatya falından bahsediyorum. Kim bilirlerden, ihtimallerden, belkilerden, keşkelerden… Keşkeler… Her keşke içinde gizliden gizliye yer aldığını bildiğimiz pişmanlığımız yok mu? Zaten bizi üzen de bu. Zaten bizi üzen de biziz. Yedi cik cik, dört hav hav.


Yapraklar kopuyordu. Yapraklar koparılıyordu. O an bir başka papatyanın yaprağını koparan diğer kişi ile yapılan yarışı hangisi kazanacaktı? Ama asıl mesele şuydu: En son yaprak kimin falını olumluyordu? Bu soruya cevap verebilmem için bir soru daha sordum iki cik cik ile bir hav hav arasında. "Dileklerini, dualarını, temennilerini dahi bilmiyoruz; bunu nereden bilebiliriz ki?" Papatya seslendi: "Canımı niçin yakıyorsun?" İrkildim. Keşke, dedim papatyaların yapraklarından baktığım tüm iki ihtimalli fallara. Toprağından henüz koparmadığım papatyayı sıkıca tuttuğum iki parmağım arasında özgür kıldım. Ne kadar özgür olabilirse artık bağlı olduğu toprağıyla. Topraktan geldiğimi bir an için unutmuştum. Üç cik cik.


Minnet duygusuyla kucak açtı bana. O andan şimdiye yapraklarında saklar beni. Ve son yaprağından gelecek sesin ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğim bir faldır artık. Çünkü umudum, papatyanın yapraklarına bağlı kurdeledir.