Merhaba. İsmim Papi. Ben hayali bir arkadaşım. Benim işim bu. Her çocuğa atanan bir hayali arkadaş vardır. Mesela ben şu anda Doruk’un hayalinde yaşıyorum. O altı yaşında, o yüzden ben de öyleyim.
Biz hayali arkadaşlar çok güzel oyunlar biliriz ve asla sinirlenmeyiz. İşimi de seviyorum doğrusu; ama beni çok zorlayan bir tarafı var: Çocuklar büyümeye başladıklarında, hayal dünyaları da giderek küçülüyor ve bize yaşayacak alan kalmıyor. Yok olma tehlikesiyle karşılaşıyoruz her seferinde. Bu nedenle büyüyen çocuklardan ayrılıp yeni çocuklar, kendimize yaşayabileceğimiz yeni hayal dünyaları aramamız gerekiyor sık sık. Bu hem çok yorucu, hem ayrıldığımız arkadaşlarımızı özlüyoruz; hem de sürekli endişe içinde yaşamamıza neden olan bir durum. Bu nedenle benim bir tek hayalim var: Ben gerçek olmak istiyorum.
Bu hayalimi nasıl gerçekleştirebileceğimi henüz bilmiyorum, ama hayallerin güzel yanı da bu, bir şeyi çok çok istediğinde ona nasıl ulaşacağını tam olarak bilmesen de seni oraya götürecek yardımlarla karşılaşmaya başlıyorsun.
Doruk şu an öğle uykusunda, o yüzden benim de biraz zamanım var. Onun hayal dünyasındaki ormanda dolaşmaya çıktım, bana iyi geliyor. Mor ağaçlar, uçan filler, dört nala koşan çiçekler, gökkuşağı renginde bir gökyüzü ve çikolata şelaleleri var burada. Ah Doruk, sen hiç büyüme.
-İmdaaat!
O da ne? Biri mi konuştu?
-Kimse yok mu? Burada sıkışıp kaldım!
Ses Lego taşlı kuyudan geliyordu. İçine eğildim ama karanlıktan başka bir şey göremedim.
-K... Kimse var mı?’’
-Ah şükürler olsun! Evet buradayım, Dün korkunç bir fırtına vardı ve kuyuya düştüm, şimdi çıkamıyorum. Bana yardım eder misin?
Dünkü korkunç fırtınayı hatırlıyordum. Doruk, annesi onu dinleyip dikkate almayınca öfke nöbeti geçirmişti. Böyle zamanlarda kendini görünmez, güçsüz, küçücük hissediyor. Görülmeye, duyulmaya, anlaşılmaya dair müthiş bir ihtiyacı var, biliyorum. O öfkelenince hayal dünyası da talan olmuştu, ama bugün toparlanmış.
-Tamam, seni çıkarmanın bir yolunu arayacağım, birazdan dönerim.
Etrafta aşağı sarkıtabileceğim bir ip aramaya başladım. Devasa jelibonlardan oluşan göle geldiğimde, yılan gibi olanları birbirine bağlayarak aşağı sarkıtabileceğim fikri geldi aklıma. Şüphesiz ip daha kullanışlı olurdu, ama Doruk düz ip hayal etmezdi, ben de onu bunun için seviyordum.
Bağlama işini bitirince kuyuya geri döndüm.
-Sana jelibon sarkıtıyorum, ucuna sıkıca tutun, yukarı çekeceğim seni.
İpin diğer ucunun aşağı doğru çekilip ağırlaştığını hissettim.
-Tamamdır, tutundum. Hazırım.
Tahminimden çok daha hafifti, aslına bakarsanız, neredeyse tüy gibiydi. Yukarı çıktığında nedeni anlaşıldı. Bir insanın avcuna sığabilecek boyutta, minicik bir periydi bu.
-Çok çok teşekkür ederim. Dünden beri burada korkuyla bekliyordum. İyi ki geldin. İsmim Lila. Ben bir su perisiyim. Normalde ışınlanabiliyorum ama dünkü fırtına beni çok halsiz bıraktı, bu sefer yapamadım. Belki duymuşsundur, biz dilekleri gerçek kılabiliyoruz. Sana teşekkür etmek için bir dileğini gerçekleştirebilirim. Kalbine en yakın arzun nedir? Bunu söyledikten sonra en yakındaki börek çalısından bir parça patatesli börek koparıp yemeye başladı. ‘’Off! Acıkmışım, dünden beri bir şey yememiştim.’’
Bense daha önce söylediklerine takılmıştım. Duyduklarıma inanamıyordum. Gerçekten Lila dileğimi gerçekleştirebilir miydi? Hayalime kavuşmam bu kadar hızlı ve kolay olacak mıydı?
-Ben bir hayali arkadaşım. Benim en büyük dileğim gerçek olmak. Hayal dünyasından çıkmak. Bunu gerçekleştirebilir misin?
-Ahh, bunu benden ilk isteyen hayali arkadaş sen değilsin ne yazık ki. Ancak maalesef bunu bu şekilde gerçekleştiremem. Yani sen isteyince yapamam. Bu dileğin, bağlı olduğun çocuktan gelmesi gerekiyor. Senin gerçek olmanı o istemeli ve sen ona bunu istemesini söylememelisin. Kendisi düşünmeli ve gönülden arzulamalı.
Tahmin etmeliydim. Doruk böyle bir şey istemezdi. Benim sadece kendisinin görebildiği, sadece onunla oynayan, ona özel bir arkadaş olmamdan çok memnundu, bunu sık sık dile getirirdi.
Lila böreğinden bir lokma daha ısırıp tekrar konuştu:
-Neden gerçek olmak istiyorsun? Burada her şey mümkünken?
Ona endişelerimden ve Doruk’un da hayal dünyasının en nihayetinde küçülmeye başlayacağından bahsettim. Endişelerimi hak vererek dinledi.
-Bak ne diyeceğim: İstersen seni Peter Pan’ın "Var Olmayan Ülkesi’ne" götürebilirim? Orada çocuklar hiç büyümüyor. Onlardan birinin hayali arkadaşı olabilir ve sonsuza kadar güvenle yaşayabilirsin. Ne dersin?
Bunu hiç düşünmemiştim. Var Olmayan Ülke, tabi ya! Hakkında anlatılanları çok duymuştum. Yeni bir macera da hiç fena olmazdı doğrusu. Üstelik çocukların büyümesinden de endişe duymam gerekmeyecekti.
-Olur Lila, çok isterim! Ancak öncesinde eve uğrayabilir miyiz, Doruk ile vedalaşmak istiyorum.
Böylece Doruk’un yanına gittik. Lila dışarda bekleyeceğini söyledi. Doruk uyanmış en sevdiği treniyle oynamaya başlamıştı.
-Hoş geldin Papi. Hadi kovboyculuk oynayalım dedi tüm naifliğiyle.
Ona uzun uzun baktım. Yaklaşık 2 yıldır birlikteydik. Annesiyle babası o dört yaşındayken boşandığında atanmıştım ona. Uyuyamadığı tüm o gecelerde yorganın altında el feneriyle gölge oyunu oynadığımız, korktuğunda kendini güvende hissetmesi için dolabına saklandığımız, gizlice yediği dondurmalar karnını ağrıttığında birlikte ağladığımız, ve güldüğümüz, çok güldüğümüz, tuhaf tuhaf oyunlar ürettiğimiz, annesiyle babasının tekrar bir araya geldiğinin hayalini özlemle kurduğumuz tüm o zamanlar geçti gözlerimin önünden. Dalgın bir şekilde minik elleriyle tren raylarını düzelterek kendi kendine mırıldanışını izlerken ona şefkatle baktım.
O an anladım. Başka bir yere gidemezdim. Ne şimdi, ne sonra. Onun bana ihtiyacı vardı. Hepsinin vardı. İşin ucunda yok olma tehlikesi olsa da, bir çocuğa daha arkadaş olabilmenin, yüzünü güldürebilmenin iç huzuruna değerdi.
-Hadi oynayalım Doruk'cuğum. Ben şerif olacağım.
İsmim Papi. Ben hayali bir arkadaşım. En büyük hayalim tüm çocukların güvende ve mutlu olması.