“Benim oğlum doktor olacak.” dedi; iri mavi gözlü, sarışın, yedi yaşlarındaki oğlan çocuğuna bakarak. “Şimdiden canavar gibi maşallah.”

Altın yüzüklü dolgun parmaklarını çay kaşığına uzattı. Flamingolu, parlak bir tişört giymiş olan karısı hırsla dudaklarını büzdü “Aa Sadi, hani şekeri bıraktıydın?”

Adam hemen elini kaşıktan çekti, komşularının yanında utanmıştı. Evde gizli gizli şeker kullanırken hiç yüzü kızarmış mıydı?

İyice buruşmuş derisine ve yaşlılıktan kapanmış gözlerine rağmen süslü giyinişi ve ucuz deodorantından vazgeçmemiş kadın söze girdi.

“Bizim zamanımızda böyle miydi hiç?” dedi, kilerlere doldurdukları kiloyla şekeri göz ardı ederek. “Biz çok sağlıklıydık.”

Elini havada yumruk yaptı. Altın yüzüğünü çay bardağına vurarak rahatsız edici sesler çıkarmaya başladı adam. “Tabii, benim annem her şeyi bilir. Çok saygı duyarız ona, değil mi karıcığım?” 

Kadın pullu tişörtünü çekiştirerek, zar zor randevu ayarlayıp sonunda kahvaltı masasında buluştukları komşusuna döndü. “Annem nerede, nasıl davranacağını bilir vallahi! Çok da temizdir bak, bu yaşta kıyafetlerini kendi ütüler. Biz hep onu örnek alırız.”

Konuşmasını bitirdiğini onaylarcasına başını salladı. Komşusunun da masanın baş köşesinde oturan yaşlı kadının yemeklerini övmesi üzerine iki ev hanımı birbirlerine yemek tarifi vermeye başladı.

Çocuğu doktor olacak kadın, muhtemelen, bir pastacıda çalışıyordu önceden. Ancak bu sarışın bebe doğar doğmaz, onun geleceğini kurtarmak için işten çıkmıştı. Aile babası iki komşu erkek, kendi aralarında konut kredilerinden konuşmaya başladı.

Kendime bir çay daha söyledim. Pantolonumun cebinden bozuk iki lira çıkarıp masada görebileceğim bir yere bıraktım. Bozuk paraların çıkardığı sese, altın yüzüğün çay bardağına çarpma sesi karışınca çocuğu doktor olacak adamla göz göze geldim. Beni kısaca süzüp ekşimiş suratını komşu kadına çevirdi. “Sizin oğlanın çenesi de hiç kapanmıyor maşallah.”

Kendince yaptığı espriye kahkahalarla güldü, kahkahasına öksürükler karıştı.

Cılız, gözlüklü, ergenliğe yeni girmiş çocuk, başını telefondan kaldırıp huzursuzca kıpırdandı. Sayıklar gibi konuştu. “Anne!” Annesi çocuğu kendine çekip sivilceli sırtındaki teri kontrol etti. “Bizim oğlan çok usludur.”

Daha sonra, doktor olacak çocuğun ne kadar hareketli olduğundan, hareketin zekâdan geldiğinden, bu yaşta -maşallah- canavar gibi olduğundan bahsettiler.

Fırının kapısından içeriye, heyecanla yolunu gözlediğim kadın girdi. Minicik elbisesinin içinde, baharın gelişiyle yeryüzüne çıkan çiçekler gibi görünüyordu şimdi. Karşımdaki sandalyeye doğru yürürken onun hayatımda yalnızca bir mevsim kalacağını anlamıştım. O karşımdaki sandalyeyi geriye çekerken flamingolu tişört giymiş anneyle yaşlı annenin onu süzdüğünü fark ettim. “Hoş geldin Leyla.” dedim. Leyla katı bir ifadeyle suratıma bakarken ben onun arkasında olan biteni izliyordum. Yaşlı kadın beğeniyle süzerken flamingolu anne dudaklarını büzmüş ve ayıplar bir ifade takınmıştı. Garsonun bedeni görüş açımı kapattı.

Leyla hiçbir şey sipariş etmedi. Bir çaylık zaman geçirecek kadar bile bana katlanamadığını hissettim. Umursamadan aşırı demli, acı çaydan bir yudum aldım. “Yakın zamanda Mersin’e gideceğim. Oradan belki İstanbul’a geçerim.” dedi Leyla boyalı dudaklarını büzerek. Uzun parmaklı ellerini stres içinde açıp kapatıyordu. “Bu ilişki artık kabak tadı vermeye başladı.”

Doktor olacak sarışın çocuk iri gözleriyle Leyla’nın arkasında belirdi. “Sen kabak falan seversin, yeşil şeyler.” dedim. Çocuk, Leyla’nın uzun, dalgalı, kahverengi saçlarına çikolatalı ufak parmaklarını uzattı. Anne, telaş içinde ayaklanıp yanımıza geldi. “Saçmaladın artık!” diye bağırdı avurtlarından. Leyla endişeyle arkasını döndü, yüreği inip kalkmasına rağmen davranışları sakindi. Fırsat bilip elini tuttum.

Altın yüzüğün sesi kesildi. Plastik sandalye zıplaya zıplaya fırın zemininde kaydı, ailenin babası ayaklandı. “Ne bağırıyorsun çocuğa!” diye bağırdı mahcup anneye. Doktor adayı çikolatalı parmaklarını yaladı sakince. Kadıncağız çocuğa dokunmadan, stres içinde, pullu tişörtünü çekiştirdi. Pullardan yansıyan güneş ışığı, fırının gri duvarında, renkli şekiller oluşturdu. Kadın gözlerini Leyla’dan ayırmadan konuştu:

”Kusura bakma hanım.” Leyla olayı henüz kavramıştı “Sorun değil gerçekten, çocuk bunlar.” Uzun tırnaklı parmaklarını sarışın çocuğa uzattı “Sana dondurma alayım mı?”

Kadın yumuk elleriyle tişörtünü iyice sıktı. Ailenin babası yanına geldiğinde ellerini beline koydu, tişörtü bıraktığı yer kırış kırış olmuştu. Baba gururla konuştu “Bizim oğlan biraz yaramazdır.” dedi Leyla’ya bakarak. Sonra masaya dönmekte olan kadına çevirdi başını, “Sen de bir daha bağırma çocuğa.”

Sonra ne oldu anlamadım, Leyla çocuğu başından tutup göğsüne yasladı. Sarışın oğlan o kadar şiddetli bağırıyordu ki kulaklarımı tıkamak istedim. Kadın pullu, kısa kollu, şirin tişörtüne rağmen yaşlı kayınvalidesinin önündeki masayı kavradığı gibi ters yüz etmişti. “Ne bağırıcam senin çocuğuna!” Her yerde nasıl davranılacağını bilen kayınvalide, ayıplayan açık ağzını eliyle örttü.“Çamaşırıydı, ütüsüydü, düz duvara tırmanan gerizekâlı oğluydu, bir geğirmesine üç pencere açtığım anasıydı, seninle mi uğraşıcam ben?”

Leyla ağlamaktan suratı kıpkırmızı olmuş, sümüğü çenesine kadar akmış çocuğu sakinleştiremedi. Komşu kadın ayaklandı bu sefer “Abla bi dur, otur, büyütmeyin bu kadar.” Bir kere çenesini açmış annenin susmaya niyeti yoktu “Bi dakka Hanife. Bir tanecik hayatım var benim ya. Boşayacam bu adamı. Al oğlunu da, kendin!” Devasa çantasını da alıp fırından çıktı.

Adam bir süre altın yüzüğüyle oynadıktan sonra oğluna işaret etti. “Gel babacığım.” Doktor adayı ağzına giren sümükleri silme gafletini bile göstermeden Leyla’nın incecik kollarından kurtulup babasına koştu. Adam, göbeğinden gerginleşmiş marka tişörtünü çekiştirip sandalyesine oturdu. Çayına iki şeker attı, şıngır şıngır karıştırmaya başladı. Komşusu yorum yapma ihtiyacıyla kıpırdandı

”Ağabey, sinirleri boşaldı onun, akşama gelir gene.” Gözlüklü çocuğun telefonundan oyundaki bölümü başarıyla tamamladığına dair bir ses yükseldi.

Leyla’nın pudralı yüzü kırış kırış olmuştu. Kasları iyice gerilmiş, nefesi daha da hızlanmıştı. Bana dönüp konuşmaya başladığında sesi sakindi. Elini uzatıp bir anlığına benim elimi sıktı. “Akşam beni ara olur mu? Gözlerinde gördüğüm şefkat ifadesini de alıp çıktı gitti fırından.

Yaşlı bilge, çantasını masasının üstünden aldı. “Oğlum, gerilince çok çişim geldi, beni bi tuvalete götürüversene.”

Henüz terk edilmiş adam başıyla onayladı.“Götüreyim anne.”

Onlar yerlerinden kalkarken garsonlar ufaktan boşları almaya geldi. Devrilmiş masayı kaldırdılar. Fırının sıcağını bırakıp terleten güneşin altına çıkar çıkmaz telefonumu elime aldım. Cevabını bildiğimden Leyla’ya bir mesaj çektim.

“Bu gece bende kal istersen.”