yirmi dört adet pastel boya.

ağaçları mor yapalım. çimenler pembe olsun.

sen güneşi yeşil yap, hemen sonra ellerimizde çiçekler büyütelim. dizboyu çiçekler. 

bizim arkadaşlığımızın kanıtı olsun bu resim, odamızın duvarında sergileyelim.

uykuya o resimle beraber dalalım, eğer ki uyuyamazsak yine o resme bakıp koyunları sayalım, olur mu?

bizim için sabah ilk iş o resme bakıp gülümsemek olsun, sonra dışarı çıkalım. buluşabilirsek buluşalım ve oyunlar oynamaya başlayalım. belki dinozorların evini ziyaret ederiz. belki dev akvaryumlarda yüzeriz. kalpli pizzalardan ve bazı renkli dondurmalardan yeriz. eğer ki buluşamazsak odamızın camından gökyüzünü seyreder ve buluşacağımız zaman neler yapabileceğimizi hayal ederiz. hayal etmek önemli, o anlarda aklımız pastel boyalarla renklenmeye başlar. çok, çok hayal etmemiz gerek, böylece biz de pastel boyalar gibi rengarenk olabiliriz. olabiliriz, değil mi?


ben şimdi uyandım, sütlü kedimi sevdim. tüyü her zamanki gibi alerji yaptı ve hapşırıp durdum. yine de tekrar onu sevmeye gittim ve başından minikçe öptüm. benden koşarak kaçtı ve kapının üzerinde uyuyakaldı.

gözlerim kızarmaya ve küçülmeye başladı ama bu halim beni çizgi film karakteri gibi göstermişti bu yüzden iyi hissettim.

sence, biz büyüdüğümüzde nasıl olacağız? umarım büyüyünce de aklımız bu kadar çok, büyük renkli kalabilir, belki o zaman bile oyun oynamaya devam ederiz. sonsuza dek, oyun.

kendime pembe limonata yaptım, yeşil toplardan da ekledim, şu ekşili yeşil toplar. içine bir tek topları eklemiş olsam da ben yaptım sayılır. birazdan camın önüne gideceğim ama biraz çişim var. annemin gelmesini bekliyorum. 

camın önüne gittiğimde bir serçe gördüm. kafasını eğip resmen bana baktı, elimi ona doğru uzatır uzatmaz kaçtı. mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu. ama ben alamadım onu içeri. daha sonra annemden, serçelerin asla büyüyemeyeceğini ve hep bu miniklikte kalacaklarını öğrendim. minik serçeler için ağlayabilirdim.

sokaktan geçen bisikletli adamı seyrettim. çok hızlı gidiyordu, ben de onun gibi bisiklet sürmek istedim. bisikletim olsaydı üzerinde pastel boyalarla çizilmiş resimler de olurdu, arkadaşımla beraber onu çok güzel süslerdik, buna eminim.


süt ve kurabiye zamanı şimdi. kurabiye dağınık bir daire şeklinde ve üzerinde hiçbir renk yok. bu pek hoşuma gitmese de tadı güzeldi, özellikle sütle. 

bir tanesini anneme çaktırmadan cebime koydum. bu şekilsiz ve renksiz şeyi arkadaşıma göstermem gerekiyordu. annemden izin isteyerek tam karşımızda oturan arkadaşımın evine gittim. tek başıma kapıya doğru adımlarken çok utanmaya başlamıştım. arkadaşımın ailesine hala alışamadım.

kapıyı ablası açınca hızlıca içeriye daldım ve arkadaşımın odasına girdim. yerde oturmuş legolarla oynuyordu, hem de bensiz!

ikimiz de konuşmadan legolarla oynadık, anın büyüsüne kapılmış gibiydik. harika bir bina yaptık, hem de rengarenkti. sonra birden cebimdeki ağırlığı hatırladım. şekilsiz ve renksiz kurabiyeyi elime aldım, biraz dağılmıştı.

"şuna baksana,"

"aaa, bu ne, çok çirkin!"

bu ağır söz beni bile biraz kötü hissettirmişti, kurabiye adına üzüldüm.

"şekilsiz ve renksiz bir kurabiye. sanırım. her şey renkli olmak zorunda değil."

bunu söylerken ben bile kendime inanamamıştım. ama sonuçta böyle değil miydi? sokağın hemen başında bulunan oya teyze'nin evi de sadece griden ve etrafı göz yoran mermerlerden oluşuyordu. 

"bence her şey renkli olmalı. büyüklerin bu kadar mutsuz olmalarının sebebini düşündün mü hiç? çünkü çok az renklere sahipler."

bu akıllıca düşünce beni biraz kötü hissettirdi. haklıydı. oya teyze çok hüzünlüydü, bazen evinin önünden geçerken ağlama sesleri duyuyorduk.

kurabiyeyi ikiye bölüp ona verdim.

"ben renksiz bir şey yemem."

"ama tadı çok güzel, böyle göründüğüne bakma."

bir süre daha bekledi ama benim iştahla yediğimi görünce dayanamayıp o da yemeye başladı.

"eh, güzelmiş."

"görünüşü korkutucu olsa da renkli kurabiyeler kadar güzel."

"sence korkunç şeyleri eğlenceli ve güzel bir hale getirebilir miyiz?"

"evet, tabii. bu kurabiyeyi pastel boyalarla boyayabilirdik."

"o zaman yiyemezdik sersem. zehirlenip ölürdük."

"sanırım. peki ya oya teyze'nin evini boyasak nasıl olurdu sence?"

bu fikir hayatımda duyduğum en heyecan verici şey olabilirdi. bendeki ve ondaki tüm pastel boyaları bir poşete doldurduk ve kapının önüne gittik.


o kadar çok pastel boyamız vardı ki, beraber yeni bir ev yaratabilirdik. şimdi oya teyze'nin evinin önündeydik işte. bu harika fikir gerçekleşmek üzereydi. evin ön kısmındaki camların hemen altından başlama kararı aldık. herkesin resmimizi görüp hayran kalmasını istiyorduk. 

ben bir at çizdim, mavi at. hem de tek boynuzlu. arkadaşım ise pembe bir kertenkele çizdi. şimdiden oya teyze'nin evi, bizim evimizden bile güzel olmuştu. bu fikir neden daha önce aklımıza gelmemişti ki? bir süre daha pastel boyalarla gri duvarları renklendirmeye devam ettik. birkaç kişi bizi görmüş ama hiçbir şey demeden gitmişti. demek ki bu renklendirme işi çok iyi gidiyordu. bazı boyalar elimizde kırılmıştı, yine de vazgeçmeden devam ettik.

hava biraz koyu mavi olmuştu, yakında eve dönmemiz gerekiyordu. çizdiğim ağacın meyvelerini az önce bitirmiştim. camların altından bazı bitkiler sarkıyordu, bunları biz çizmiştik. koca bir galaksi de arkadaşım eklemişti. harika renkler elde etmiştik.

"eve dönmemiz gerek."

"gitmeden önce uzaktan eve bakalım."

yolun ortasına geçtik ve evi uzaktan inceledik. o kadar harika görünüyordu ki buradan ayrılmayı hiç istemiyorduk.

"oya teyze görünce çok beğenecek, hem onu bile çizdik, baksana."

"sadece oya teyze değil, gören herkes bayılacak bu resimlere."

bugünün en iyi günümüz olduğunu düşünüyorduk.

eve döndüğümde içimde hala garip bir heyecan vardı. bir şeyleri renklendirme işini çok sevmiştim. bizim için her şeyi renklendirebilmek mümkün müydü? sonra odama doğru giderken mutfak masasında duran şekilsiz ve renksiz kurabiyeleri fark ettim. hoş görünmeseler bile güzel olduklarını çok iyi biliyordum. sanırım, her şeyi renklendirmemize bu kadar da gerek yoktu. ben şekilsiz ve renksiz kurabiyeleri de seviyordum. onlara el salladım ve peteğin üzerinde yatan kedimi sevmeye gittim.

ve en iyi günüm böylece sona erdi.

(o gece rüyamda, oya teyze'nin rengarenk evinde şekilsiz ve renksiz kurabiyeler yiyorduk.)