Gün ışığının matlığı ve havanın serinliği ile birlikte pencereden dışarıya açılan bir yalnızlık. Yolun çağrısına kulak vermeyi kaçıncı düşünüş, ona kapılıp kendini bırakmaya kaçıncı yöneliş... Bir Hector yalnızlığı aslında, tüm kalabalığın içinde. Hector... Büyük savaşçı ve büyük kaybeden!
Düşünceler bazen insanı kaçışa sürükler. Onlara inanmak mı, güvenmek mi? Ya inanmadan ve güvenmeden yaşanabilir mi? Ya da inanmadan ve güvenmeden neye bağlanır insan? İnanın bilmiyorum. Uzun, çok uzun bir yol aslında hayat. Önemli olan onun nereye gittiği değil, bizim nereye gitmeyi istediğimiz şüphesiz. Bir ev düşünün; 2 odalı, sıcak, temiz ve her şeyin güzel olması için müsait. Ne anlamı olur sizce kaybeden için? Wallace neden öldü mesela? O isyanı başlatan büyük adam, neden öldü? Tüm o büyük İskoçya kalabalığına, halkların saygısı ve sevgisini elde etmiş herkes için büyük biri olan Wallace, o kalabalıkta yapayalnızdı. Daha büyük bir amacı var mıydı peki? Marion ile buluşmak. Kaybetmişti, her şeyi kazandığında kaybetmişti.
Yalnızsın, her şey düzelecek. Ne zaman pencereden bakarsan bak karşı komşunun balkonundaki çiçekler daha renkli görünecek sana. Bu pastel renkler senin için hep mat olacak belki de. Düşünme, Napolyon Moskova için günlerce beklemişti. Doğru; o da kaybetmişti.
Büyük örtünün kapanmaya başladığı saatler herkes için bir dinginliğin başladığı vakitler olur. Bazısı gümüşler ile oynarken diğeri yıldızları sayar ve hayat sudan ibaret değildir. Geçmişi her gün yaşamak, geçmişte yaşamak mıdır peki? Değerli okur, öyle midir sizce? Âna özlem midir yoksa zamana mı? Birkaç Hector çığlığı daha yükseliyordu pastel göğe, insanlar savaşıyor ve ölüyorlardı, ne acı... İnsan kötü, yalancı, hain... Onlara rağmen sizi seviyorum...
Geçmişin bıraktığı şeyleri silmek ne kadar da zor. Sonsuz geceye özlem, dilin sınırlarını ortadan kaldıran ve Wittgenstein'e karşı bir duruş sanki. Yıldızlara ve ötesine gitmeyi amaçlayan bir zen yolcusu gibi, Satürn'ün halkasında oturup ayaklarını sallayarak evrene bir bakış atmak hayalinde olan nice insan odasının tavanı ile birbirlerini sert bakışlarla süzerek sonsuz geceye dalıyorlar. Sonsuz gecenin bilinmezliği ve onun her an insana uçsuz bucaksız diyarlardan getirebileceği nice armağanın, sırf bilinmezlik olduğu için, onu korkuttuğu gerçeği, bilinmezin insana hep dikkat edilecek bir şeymiş gibi gelmesine yol açmaktadır. Oysa insan bilmez ki bilinmeze kendini bırakmak yolun çağrısına, dolayısıyla hayatın akışında kendini bulmaya çalışmaktır; yaşamaktır.
Her yaranın hatırlattığı bir geçmiş vardır şüphesiz. Bir çizik, küçük bir iz, ince bir kesik... İz kalsa da acı vermez artık insana. Peki ya izi olmayan ve her an acı vermeye devam eden yaralar ile yaşamak ne denli kolay? Alışmak mı, rutine bağlanmak mı? Peki ya karşı koymak gibi bir seçeneğimiz daha varsa? Peki kim karşı koydu en son buna?
Geç saatlerde yorganın altına girip gece korkularından korunmak için kendine daha yakın olmaya çalışan insanlarız her birimiz. İnsanın en büyük koruyucusu kendisi midir peki? Sonsuz gece... Yine huzuru her yere yayıyor. İçinde dolaşan binlerce bilinmezlik ve bilinmezliklerin en büyüğü olan insan. Kaçmanın imkansız olduğu karanlık ve onun verdiği güvensizlik ile huzur. Gece geçmek bilmiyor ve yine yazıyorum.
Gece bir cessio bonorum bizler için belki, günü bırakıp ona kaplamak ve özlem duymak hatta. Düşünceler daha net şekilleniyor. Hector gökyüzünde, Satürn selamlıyor ve yıldızlar göz kırpıyor. Yol çağırıyor. Yola çıkmak yıldızlı bir gecede ne kadar zor olabilir? Ya da ateş suyu insana ne kadar ilaç olabilir? Bir Kızılderili ne kadar yanılmış olabilir? Güzel günler ve sonsuz geceler diliyorum.
Işte burdayım,
Geçip giden bulutları izlerken
Acının neden beni kimsesiz bırkmadığını merak ediyorum,
Acı, keder ve şaşkınlık neden beni bırakmıyor?
Uzaklara uçuyorum,
Uzaklara...
Elimi kendim tutuyorum,
Hayatımı kendimle paylaşıyorum,
Ektiğim yalnızlığı biçiyorum,
Bu çayırlarda her zaman büyüyorum,
Aklımdaki karanlığı deşiyorum,
Ve yalnız öleceğim, biliyorum.